Güncelleme Tarihi:
İstanbul'un nüfusu bugün 15 milyon. Frankfurt'un ise 650 bine düştü. Bunun da önemli bir oranı göçmenlerden oluşuyor. Almanya'da genç nüfus azaldı. Bu yüzden Türk gençlerinin şansı yüksek. Yeter ki imkanları değerlendirerek kendilerinin önlerini açsınlar. Bu toplum buna müsait. Fırsatlar tanıyor gençlere. Alman olalım olmayalım, on yıllardır bu toplum içinde yaşıyoruz. Bu ülkenin bir parçasıyız. Türkleri Almanya'da çok güzel bir gelecek bekliyor" dedi.
Uyum kavramının yanlış kullanıldığını vurgulayan Doğan Pürsün, "Uyum Almanya'nın refahından pay almak demektir. Bu böyle anlatılırsa kaynaşma daha hızlı gerçekleşecektir" diyor.
DOÐAN Pürsün, 1939 yılında İstanbulda doğdu. Kabataş Erkek Lisesinde okudu. istanbul Gazetecilik ve Ticaret Okulunu 1959'de bitirdi. Gazeteciliğe, 1957 yılında istanbul Ekspres Gazetesinde ekonomi muhabiri olarak başladı. Akşam, Hürriyet, Tercüman gazetelerinde hizmet verdi.
Almanyada Die Welt, Bild Gazetesi ve DPA ajansında çalıştı. (1967-1969)
Tercüman Gazetesi Almanya temsilciliği görevinde 20 yıl süreyle (1970-1990) bulundu. Dünya Ekonomi Gazetesinin Almanya temsilcisi oldu. Hürriyet Gazetesi'nde 'Emeklinin Danışma' olarak emeklilik konusunda okuyucuların sorularını cevapladı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Türkiye Spor Yazarları Derneğinden çeşitli yıllarda, üç defa gazetecilik başarı ödülü aldı. 'Nasıl kazandılar' kitabı, Alman Thomas Morus Akademi'si (1999) ve Türkimport (2000) tarafından ödüle layık görüldü.
Türkiye Araştırmalar Merkezi (1995), 'Almanyada Türk toplumunun ekonomik sorunlarını ısrarlı bir şekilde gündemde tuttuğu ve bu alanda üstün başarılar gösterdiği' gerekçesiyle bir plaket verdi.
Nasıl Kazandılar Kitabı Thomas Morus Akademie ve Türk İmport başarı ödülleri aldı. Sosyal çalışmaları nedeniyle geçtiğimiz günlerde SOS Çocuk Köyleri Derneği tarafından 30 yıllık katkılarından dolaylı geçtiğimiz günlerde bir plaket ile ödüllendirilen Doğan Pürsün ile Frankfurt Basın Kulübü'nde görüştük.
Doğan Bey, 50 yıla yakın bir süredir yurt dışındasınız. Almanya'da kırkıncı yılınızı doldurdunuz. 1960'lı yılların başında Türkiye'den çıktınız. Bize o günler hakkında kısa bilgi verir misiniz. Gazetecilik, yurt dışı maceranız hakkında bir özet yapar mısınız?
"İstanbul'da lise tahsilim sırasında babam Beşiktaş ve Boğazlar gazete bayisi idi. Gazete paketleri arasında büyüdüm. Bütün gazeteler bize geliyordu. Gazetelerle günlerim geçiyordu. Onları tek inceleme fırsatım oluyordu. Oturduğumuz yerde bir İtalyan komşumuz vardı. Pul koleksiyonuna meraklıydı. Bana da pullar armağan ediyordu. Değişik ülkelerden gelen pullar ve gazetelerde dünyanın değişik ülkelerinden yer alan haberler, bende yurt dışına karşı bir merak uyandırdı. Dünyayı tanımak istiyordum. Gazeteciliği dünyayı tanımak için büyük bir fırsat olarak algılıyordum. Böylelikle liseden sonra gazetecilik okuluna başladım. Okul ile birlikte gazetelerde de çalışmaya başladım. Babamın tavsiyesi kulağıma küpe oldu. Babam bana hep, 'Bir dil, bir üniversite diploması. Dil öğren' tavsiyesinde bulunuyordu. Aklım fikrim yurt dışına çıkmak olduğu için bu tavsiyeye uydum. İtalyan komşumdan etkilenerek İtalyanca kursuna gittim. Bütün derdim bir şekilde İtalya'ya gitmekti. 1961'lerde gözüm dışarılarda. O yılların İtalya'da basın Ataşesi Orhan Koloğlu yakınımdı. Bana bir imkan sağladı. Üç ay İtalya'da İtalyan gazetelerinde staj yaptım. Böylelikle yurt dışı maceram başlamış oldu."
Doğan bey, siz Almanyalı gurbetçiler tarafından çok iyi tanınıyorsunuz. Sizi yıllarca gazetelerden takip ettik. Gazeteci kimliğinizi biliyoruz. Ancak Almanya'ya nasıl geldiniz onu bilmiyoruz. Bize Almanya maceranız hakkında bilgi verir misiniz?
"Ben İtalya'da iken kız kardeşim Almanya'ya Siemens fabrikasına çalışmak için gitti. Çalıştığı sırada bir Alman ile tanışarak evlendi. Beni yanına çağırdı. Benim için çok güzel bir teklifti. Almanya beni etkiledi. Türkiye'den işçiler daha yeni yeni Almanya'ya geliyordu. Almanya ile ilgili olarak Almanya'ya gelen işçilere yönelik, 'Uçun kuşlar uçun Almanya'ya doğru' adlı 15 günlük röportaj hazırladım. Yıl 1964, daha Almanya'ya büyük işçi akını başlamamıştı. Röportaj üzerine çalıştığım gazetenin önünde her gün binlerce insan birikiyordu. İnsanlar Almanya'ya gitmenin yolunu öğrenmek istiyordu."
Siz bu yazılar yayınlandığında Almanya'da mısınız?
"Bir lisan bursu ayarladım. Almanya'ya geldim. Saarbrücken ve Wuppertal kentlerinde dil kurslarına katıldım. Bu arada Die Welt gazetesine mektuplar yazdım. Kendimi tanıttım. Yapım gereği yerinde durmayan, devamlı insanlarla tanışan bir kişiliye sahibim. Türkiye'de gazetecilik derslerine giren bir Amerikalı bize, 'İyi bir gazeteci günde en az beş kişi ile tanışmalı' tavsiyesinde bulunmuştu. Bu tavsiyeyi uyguladım. 'Hep yeni insan tanıyacaksın'. Bu benim için bir hayat felsefesi oldu. 20 yaşında aldığım tavsiyeyi özel hayatımda da uyguladım. Bugün emekliyim. Hala bu anlayışla yaşıyorum, her gün yeni insanlarla tanışıyorum. Almanya'da da yeni kontaklar aradım. Böylelikle Alman gazetelerine yazılar yazdım. 1967 yılında, 'Die Welt' gazetesi beni Hamburg'a kabul etti. O yıllarda gazetenin merkezi Hamburg'ta idi. Bir yandan Die Welt gazetesine, diğer yandan Türkiye'de çalıştığım gazeteye haber yolluyordum. Bu arada Türkiye'de evlendim. Alman şefim, 'Eşini de getirsene' deyince eşimi de Almanya'ya yanıma aldırdım. Hamburg'ta ikiz çocuklarımız oldu. Bu arada Almanya'da Türklerin sayısı gittikçe artı. Hürriyet gazetesi Almanya'da baskı yapmaya başladı. Çalıştığım gazete, 'Sen Almanya'da temsilcimiz' ol teklifinde bulundu. Die Welt'i bırakıp Türk gazetesi için Münih'e geldim. Aklımızda Türkiye'ye dönmek olduğu için Türk gazetesine yöneldim. Orada bir süre kaldım. Almanya'daki Türklerle ilgili olarak Türkiye'de patrona raporlar hazırladım. 'Münih iyi, ama Türkler yoğun olarak Köln'de Essen'de, yukarıdaki bölgelerde yaşıyor. Bizim Frankfurt'a geçmemiz lazım. Bu bölge ulaşım açısından, haberleşme açısından ve Türklerin yoğun olduğu bölgelere yakınlığı açısından çok daha uygun' dedim.
Frankfurt hikayesini Türk basının başına siz açtınız anlaşılan.
"Gerçekten öyle oldu. Bütün gazeteler Münih'te idi. Frankfurt'a gelmemizde katkım oldu. Bu arada Alman gazeteleri ile de ilişkilerimi koparmadım. Borken'de bir maden kazası oldu. Madenciler günlerce yer altında kaldıktan sonra sağ olarak kurtarıldılar. Kurtulanlardan biri de Türk idi. Almanya'da devamlı Almanlarla kaynaşmaya özen gösterdim. Çalıştığım gazeteyi Alman gazeteciler birliğine üye yaptım. Almanlarla dostluk içinde olmaya özen gösterdim. İlk defa Alman gazetecilerinin kongresini İstanbul'da yapılmasına ön ayak oldum. O yıllarda Türkiye'de turizm falan yoktu. İstanbul'da sadece iki otel vardı."
Alman toplumu içinde derhal kaynaşma çabanız göze çarpıyor.
"Ben, içinde yaşadığım toplum ile barışık bir şekilde olmaya özen gösterdim. Yaşadığın toplum içinde yer alacaksın. Aktif olacaksın. Veli olarak çocuklarının bulunduğu toplumun dilini en iyi derecede öğrenmesini sağlayacaksın. Elbette çocuklarına Türkçe öğreteceksin. Evinde Türkçe konuşacaksın, ancak dışarıda birlikte yaşadığın, içinde yer aldığın toplumun konuştuğu dili çocuklarına öğreteceksin. Bu şekilde yaklaşımımın hep faydasını gördüm. Alman gazetecilerle işbirliğinin çok yararını gördük. 70'li yıllarda Gediz depremi oldu. Alman gazeteleri ile birlikte kampanya açarak yardımlarda bulunduk. Gediz'de bir hastanenin yapımını sağladık. Ayrıca Türkiye'nin ve Türk insanının tanıtımında da faydalı olduğumuzu düşünüyorum"
Siz Almanya'da kırk yılı aşkın bir süredir yaşıyorsunuz. Gazeteci kimliğiniz yanı sıra toplumsal olaylara olan duyarlılığınızla burada yaşayan Türkleri çok yakından tanıyan, gelişmeleri aşama aşama yaşayarak gözlemleyen birisiniz. Türkler Almanya'da 50. yılını dolduruyor. Bu yarım asırı değerlendirdiğinizde, Türkler bu süreçte nasıl bir aşama sağladı. Gelişme ne yönde oldu. Durum karamsar mı, yoksa sağlanan bir aşama var mı?"
"Almanya'ya ilk geldiğim yıllarda Almanların fabrikalarına giderek söyleşiler yapardık. İşverenler ve personel müdürleri bizlere Türklerden çok memnun kaldıklarını, işletmelerinde daha fazla Türk'ü çalıştırmak istediklerini vurgularlardı. Benden, 'Memnuniyetimizi dile getirin. Daha fazla Türk'ün işletmemize gelmesi için gazeteci olarak yardımcı olun' diye ricada bulunurlardı. Bizde onlara, 'Türklerin nesinden memnunsunuz' diye sorardık. Memnun olmalarının en büyük sebebi olarak, vatandaşlarımızın işlerini severek yapmaları, çalışkan olmaları ve güvenilir olmalarını gösterirlerdi. Vatandaşlarımız Anadolu'nun bir köyünden geliyor. Hayatında belki hiç bir makina görmeden gelmiş, Almanya'da firmaya girmiş, gelir sağladığı bir işe sahip olunca çok fedakarca çalışıyorlardı. Lisan bilmese bile Almanlarla elleriyle, bakışıyla ve davranışıyla bir şekilde ilişki kuruyor, dost oluyorlardı. Türk işçileri çok seviliyor, aranan ve güvenilen işçiler durumunda oluyorlardı. Birinci nesilin durumu böyle idi. Vatandaşımız hastalık diye bir şey tanımıyordu. Boyuna fedakarca çalışıyorlardı"
Durum iyiydi yani?
"İyiydi değil. Durum hala iyi aslında. Almanya'da yaşayan vatandaşlarımız bu süreç içinde bence çok başarılı oldular. Genel tablo olarak baktığımızda, Almanya'da yaşayan Türkler çok başarılı oldu diyebiliriz. Elbette bir takım tenkitler söz konusu. Ancak durumu, geldiğimiz noktadan, bulunduğumuz, ulaştığımız, yarattığımız noktaya bakarak değerlendirmeliyiz. O zaman başarı grafiğimizin çok yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Gelen vatandaşlarımızın büyük bir çoğunluğu Almancayı bırakın doğru dürüst Türkçe'yi yazamıyordu. Okuma oranları da düşüktü.