Güncelleme Tarihi:
Yani halkın kendi temsilcilerini verdikleri oyla belirledikleri bir yönetim biçimidir.
Başka bir deyişle; bu halkın kendi kendisini yönetmesi anlamına gelen bir politik sistem biçimidir.
Ancak son dönemlerde çoğu Avrupa ülkesinde olduğu gibi, Almanya’da da seçmenlerin önemli bir bölümünün politik bıkkınlık yaşadığı ve bu yüzden de sandık başına gitmediği görülmektedir.
Bu durum özellikle eyalet parlamentosu seçimlerinde kendisini daha belirgin bir biçimde göstermektedir.
Almanya’da gönüllülük prensibi esas olduğu halde, Federal Meclis seçimlerinde oy kullananların oranı yüzde 70 ile yüzde 90 arasında değişmektedir.
1949 yılında resmen kurulan Federal Almanya Cumhuriyeti’nde aynı yıl yapılan ilk Federal Meclis seçimlerinde, seçim çağındakilerin yüzde 78.5’i oy kullanmıştır.
Bu oran 1970’li yıllardaki genel seçimlerde yüzde 91.1’e bile ulaşmıştır.
2013 yılında yapılan genel seçimlere katılım oranı ise yüzde 71.5’te kalmıştır.
Ancak son yıllarda yapılan eyalet parlamentosu seçimlerine baktığımızda, ortaya kara bir tablo çıkmaktadır.
Hem de kapkara bir tablo.
* * *
Eski Doğu Almanya sınırları içinde oluşturulan yeni eyaletlerden Saksonya Anhalt’ta 2013 yılında yapılan eyalet parlamentosu seçimlerinde, seçmenlerin ancak yüzde 51.2’si oy kullanmıştır.
Mecklenburg Vorpommern’de de bu oran yüzde 51.5’te kalmıştır.
Yani neredeyse ancak her iki seçmenden biri oy kullanmıştır.
Geçen yıl Brandenburg’da ve Saksonya’da yapılan eyalet parlamentosu seçimlerinde ise her iki seçmenden biri bile sandık başı yapmamıştır.
Seçimlere katılım oranı Saksonya’da yüzde 49, Brandenburg’da ise yüzde 47.9’da kalmıştır.
Bu yıl Şubat ayında Hamburg’da yapılan eyalet parlamentosu seçimlerinde de, seçmenlerin ancak yüzde 56.5’i oy kullanırken, geçtiğimiz pazar günü Bremen’deki seçimlerde sandık başı yapanların oranı yüzde 50’yi bile bulmamıştır.
Yani her iki seçmenden biri yurttaşlık görevini yerine getirmediği gibi, en demokratik haklarından biri olan oy kullanma hakkından yararlanmamıştır.
* * *
Aynı durumu geçen yıl Mayıs ayında yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde de yaşamıştık.
Demokrasinin beşiği olarak bilinen İngiltere’de Avrupa Parlamentosu seçimlerine katılım oranı yüzde 36’da kalmıştı.
Letonya’da seçmenlerin ancak yüzde 30’u, Portekiz’de yüzde 34’ü, Hollanda’da yüzde 37’si sandık başı yapmıştı.
Bazı Doğu Avrupa ülkelerinde ise Avrupa Parlamentosu seçimlerine katılım oranı tam bir felaketti.
Macaristan’da sandık başı yapanların oranı yüzde 28’di.
Polonya’da seçmenlerin sadece yüzde 22.7’si oy kullanmıştı.
Çek Cumhuriyeti’nde bu oran yüzde 19.5’ti.
Slovakya Cumhuriyeti’nde ise her 5 seçmenden biri bile değildi oy kullananların sayısı.
Bu ülkede oy kullananların oranı yüzde 13’te kalmıştı.
Aslında yalnız Avrupa Parlamentosu seçimlerinde değil, Avrupa ülkelerin önemli bir bölümünde yapılan genel seçimlere katılım oranı yüzde 40 ila 60 arasında değişmektedir.
Yani neredeyse her iki seçmenden biri oy kullanmamaktadır.
Bu hiç şüphesiz insanlar tarafından “Biz kimi seçersek seçelim, seçilenler hep kendi bildiklerini okumaktalar. Bizim beklentilerimizi ve taleplerimizi göz önünde bulundurmamaktalar” gibi kendi açılarından haklı bir gerekçeye dayandırılmaktadır.
Bu tutum tam bir politik bıkkınlıktır...
Ama politik bıkkınlık çözüm değildir.
Hatta tehlikelidir...
Bu tutum, demokrasinin geleceği açısından da endişe vericidir.