Güncelleme Tarihi:
- Her gün kessen yine çıkarım.
Yenilmezliğini anlatıyordu böylece.
Arabanın arka kanepesinde oturan öfkeyle bağırdı.
- Araba kullanırken geriye bakılır mı ? Ne biçim şoförsün sen. Önüne bak.
Direksiyondaki ona aldırmıyordu.
Şarkı söylemeye başladı.
- Nereden sevdim o zalim kadını.
Çenesi durmuyordu.
Şarkıyı kesti.
Arkadakinin uyuduğunu fark etmişti.
Bu defa uzun uzun konuştu.
Kadınları anlattı:
- Yolumuz uzun, git Allah git. Yol bitmez. Konuşmazsam tabuta girmiş gibi hissediyorum kendimi. Ama birader kadınlar bazen zalim oluyor değil mi ? Ama güzel mahluklar. Canımız feda onlara.
İkisi de çok yakın arkadaştılar.
Bir sürü işe girip çıkmışlardı.
Hepsi de başarısızlıkla sonuçlanmıştı.
Şimdi yeni bir işe gidiyorlardı.
Polonya'dan hurda demir alıp Almanya'ya getireceklerdi.
- Allah vere de bu iş tutsa. Alman kesin konuştu. Ne kadar mal getirirseniz alırım dedi. Biliyorsun Almanya'dan çalınan arabaları Polonya'ya götürüp parçalıyorlar hurdasını da Almanlara satıyorlar.
Sis bastırınca sürati kesti.
- Yavaş gidince de uykum geliyor. Ama bu yol çok tehlikeli. Yolda hep geyik çıkar tabelaları var.
Güldü.
-Türkiye'de yola eşek, inek çıkar. Burada da geyik... Geyik öldürmenin de cezası var. En iyisi yavaş gitmek neredeyse sabah olacak.
Arkadakinin uykusu kaçmıştı.
Biraz da korkuyordu.
Arabada biri uyursa şoför de uyurdu.
Arkadaşını uyarmak için lafı uykulu araba kullanmaya getirdi.
- Biliyor musun insan direksiyonda gözü açık uyuyor.
İçi uyuyor insanın. Kayıp gidiyor. Ondan sonra da bir yere tosluyor. Allah korusun. Sen iyisin değil mi ?
Tavan lambasını yaktı.
Elindeki haritaya baktı.
- Yirmi kilometre sonra bir benzinci var. Orada mola verelim. Birkaç saat uyur sabah yola çıkarız.
* * *
BENZİNCİNİN oto parkına girince ikisi de derin bir uykuya daldılar.
Öğleye doğru uyandılar.
- Şimdi sıra mükemmel bir kahvaltıda.
Benzinlikteki lokantada, kahvaltıyı öğle yemeğiyle karıştırıp mideleri gerilinceye kadar yediler.
- Oh dünya varmış. Hem açlık ,hem uykusuzluk öldürüyor insanı.
Güneşli bir gündü.
Dışarı çıktılar.
Sıtkı kollarını iki yana açıp gerindi.
- Paralar...Paralara dikkat... Hava sıcak ama ceketimi sırtımdan hiç çıkartmıyorum. Tüm sermayemiz iç cebimde. Hurdayı alıp Polonyalı'ya peşin para vereceğiz. Sıkı pazarlık yapalım. Peşin parayı masanın üzerine atarsan malı ucuza kapatırsın dediler. Nah böyle...
Eliyle paraları atar gibi yaptı.
Remzi gülüyordu.
Sıtkı birden duraladı.
Dehşete düşmüş gibi yapıp konuştu:
- Aman Allahım... İki adet cennet hurisi.
Eliyle az ötede duran otostopçu iki kızı gösteriyordu.
Remzi de bakıp iç çekti.
- İkisi de mini etekli. Ama bu ne biçim mini. Ha var ha yok. Bak...Bak... kız eğildi külotu gözüktü. Nar kırmızısı renkli.
Kızların omuzlarında ağır olduğu belli sırt çantaları vardı.
Birbirleriyle neşeli neşeli konuşuyorlardı.
Sıtkı heveslendi.
- Bülbüllerim benim. Alalım mı bunları. Sonra da aganiki yaparız. Eee...Bol fındık yiyoruz.
Kızlara el salladı.
Yüzü onlara dönük kız da ona el salladı.
Sonra arkadaşına da gösterdi ikisini.
Önlerinden geçerken kızlardan biri sordu:
- Siz ne tarafa gidiyorsunuz ?
- Polonya'ya
- Acaba bizi de arabanıza alabilir misiniz. Biz de o tarafa gidiyoruz. Eğlene eğlene gideriz. Biz çok neşeliyiz. Sizleri sıkmayız.
Kız Sıtkı'nın burnunun dibine kadar girmişti.
Açık bluzundan göğüsleri dışarı fırlayacakmış gibi görünüyordu.
Sıtkı önce Türkçe konuştu:
- İri göğüsler, lokum beyazı bacaklar.
Sonra toparlanıp kıza Almanca cevap verdi:
- Neden olmasın. Bizler de çok neşeliyiz. Sizlere gönlünüze uygun bir gün yaşatırız.
Kız bu lafları duyunca hemen Sıtkı'nın koluna girdi.
İri göğsününü de Sıtkı'nın koluna dayadı.
Bir sıcaklık Sıtkı'nın kolundan bütün vücuduna yayıldı.
Hafifçe ürperdi.
Hiç konuşmayan öteki kız da Remzi'ye yanaşmıştı.
O da Remzi'nin koluna girdi.
Sıtkı ağzının içinde geveleyerek konuştu.
- - Görenler de bizleri mutlu çiftler sanacak. Aman Allahım dünya birden toz pembe oluverdi. Şansımız döndü. Yahu biz Türkler kadın görünce neden böyle feleğimizi şaşırıyoruz.
Remzi itiraz etti:
- Erkek dünyası kadın bacakları üzerinde duruyor. Hangi milletten olursa olsun bir erkek böyle durumda kadına hayır diyemez.
* * *
SITKI koştu kızlara çaktırmadan arabanın içine leylak kokulu sprey sıktı.
Kapıyı açıp makam şoförü gibi bekledi.
Kızın biri öne, diğeri de Remzi ile birlikte arkaya oturdu.
Hoş ve neşeli bir yolculuk başladı.
Kızların ikisi de mini etekleriyle bacaklarını örtmeye gerek duymuyorlardı.
Sıtkı bir ara arkaya seslendi.
- Abi kızın bademciklerine kadar görüyorum. Senin görüş mesafen nasıl ?
Remzi boğuk bir sesle cevap verdi:
-Benim ki de öyle. Hepsi meydanda. Aman gözünü yoldan ayırma. Bir de kaza yapmayalım.
Güneş rengini kızıla döndürmüştü.
Çiçekler, ağaçlar ressamın tablosu gibi görünüyordu.
Öndeki kız nazlı bir edayla Sıtkı'ya bakıp konuştu:
- Bu orman çok güzel. Çayırlıkta biraz mola verelim. Çantamızda keyif iksirleri var.
Sıtkı aklından atamadığı ' Aganiki' zamanının geldiğini sandı. Sevinçle:
- Derhal. Çok memnun oluruz, dedi.
Ormanın kuytu bir köşesinde arabayı park ettiler.
Kızlar bagajdaki sırt çantalarını çıkarttılar.
İçinden 'keyif iksirleri' dedikleri malzemeyi çıkarttılar.
iki şişe viski, hap kutuları ve esrarlı sigaralar...
- Şimdi içelim ve daha da neşelenelim.
Sıtkıyla Remzi'de havaya girmişlerdi.
Kadınlar ne isterlerse yapıyorlardı.
Kadınlar ısrar ediyorlardı.
- Bir yudum daha iç. Sigaradan bir nefes çek.
Sıtkı neşeyle anlatıyordu:
- Kahvede bunları anlatıp herkesi çıldırtacağım. Onlar da heveslenip yolda otostopçu kızlar aramaya çıkacaklar. Ama, onlar bizim kadar şanslı olamazlar.
Kadınlar viskiyle birlikte hap yutuyorlar, esrarlı sigaralarından nefes çekiyorlar, onlara da ikram ediyorlardı.
Kafalar adamakıllı dumanlanmıştı.
Remzi artık dayanamıyordu.
Birden yanındaki kıza sarıldı.
Onu gören Sıtkı da öteki kızı alıp çalılıkların arkasına doğru yürüdü.
Oynaşıyorlardı.
Birden Remzinin sesi duyuldu:
- Sıtkı. Yahu benimki dönme. Erkek yahu... Hem de önündekini aldırmamış. Vay anasını nasıl fark etmedik bunu.
Remzi ayağa kalkmış pantolon kemerini bağlamaya çalışıyordu.
Sıtkı da yattığı çimenlerin üzerinden kalktı.
Remzi'nin dönme dediği kadına bakıyordu.
Kadının sinirlendiği her halinden belli oluyordu.
Öfkeyle yürüdü.
Sırt çantasının,yan cebinden bir tabanca çıkarttı.
Çatlak bir sesle bağırdı:
- İkiniz de diz çökün. Artık oyun bitti. Çabuk paralarınızı, kıymetli neyiniz varsa verin.
Sıtkı'nın yanında yatan kadın da koşup çantasındaki rambo bıçağını alıp onlara doğrulttu.
İkisi de şaşırmışlardı.
Ne yapacaklarını bilemiyorlardı.
Bu defa eli bıçaklı kadın ikinci emri verdi:
- Sersem sersem durmayın. Çabuk yere yatın.
Sonra ötekine döndü:
-Bunun ceketinin içi cebi kabarık. Garanti para var içinde.
Dönme çatlak sesiyle Sıtkı'ya bağırdı:
- Yaklaş. Ceketini çıkar buraya at.
Sıtkı son sermayeleri olan parayı kaptırmak istemiyordu.
Dönmeye doğru yaklaştı.
Ceketini çıkarır gibi yapıp dönmenin üzerine hamle yaptı.
Bir silah patladı.
Sıtkı,
- Vuruldum diyerek yere yıkıldı.
Remzi'de kaçmak için bir iki adım attı.
Silah ikinci defa patladı.
Remzi sırtından vurulmuştu.
Bu sırada rambo bıçağın baldırına saplandığını hissetti.
Dönme de tabancasının kabzasıyla Sıtkı'nın başına vuruyordu.
Soyguncular hazırlıklıydı.
Çantalarından aldıkları plastik kelepçelerle her ikisinin ellerini kelepçelediler.
Issız orman karanlıkta daha da korkunç görünüyordu.
Süratle onların ceplerini boşalttılar.
Paraları, saatleri, cep telefonlarını aldılar.
Kontak anahtarı arabanın üzerinde duruyordu.
Dönme arabayı çalıştırıp tekrar onların yanına geldi.
Elinde Sıtkı'nın cebinden aldıkları paralar vardı.
- Sizleri görür görmez yağlı bir av olduğunuzu anlamıştım.
Normalde sizi bizim öldürmemiz lazımdı. Ama, bu dağ başında sizleri kimse bulamaz. Vahşi hayvanlar gelip sizleri parçalar. Bize gerek yok. Şeytan öyle emrediyor. Elveda nonoşlar.
Yerde yatan Remzi'nin yaralı ayağına bir tekme vurdu.
Öfkeyle konuştu:
- Biz şeytan'ın melekleriyiz. Sizleri de, şeytana kurban ettik. Bana hayvan gibi saldırdın. Her tarafımı acıttın. Şimdi de senin canın acıyor. Bekle, şeytan gelip ölüm duanı okuyacak.
Elinde bıçakla duran kıza seslendi:
- Hadi şekerim gidelim artık. Bu enayilerin işi tamam.
Arabaya bindiler.
Toprak yolda süratle gözden kayboldular.
* * *
ARABA uzaklaştıktan sonra ilk konuşan Remzi oldu.
İnler gibi konuşuyordu.
- Yaran nasıl.
- Yara soğudukça sancı artıyor. Kadın mı erkek mi neyse o inek ayağımdan vurdu beni. Sen nasılsın.
- Kadın beni sırtımdan vurdu. O karı da bıçağını iki defa baldırıma sokup çıkarttı. O kadar ani yaptı ki kaçamadım. Nasıl kurtulacağız bu beladan.
Sıtkı yüzünü buruşturarak cevap verdi:
- Cep telefonlarımızı da aldılar. Deminden beri düşünüyorum. Aklıma yangın çıkartmak geldi. Dumanı gören ormancılar hemen gelir. Ben Almanya'ya ilk geldiğimde ormanda çalıştım. Korucular ormanı çok iyi gözlerler. Benim pantolon cebimde bir çakmak var. Sen onu almaya çalış.
- İyi ama yangın çıkınca biz de yanarız.
- Kuru yaprakları tutuşturduktan sonra yuvarlana ,yuvarlana yola kadar ineriz. Burası meyilli rahat yuvarlanırız.
Elleri kelepçeli olduğu için, kuru dalları, yaprakları tutuşturmaları saatler sürdü.
Gün ışımaya başlamıştı.
Yapraklar için için yanıyordu.
İkisi de bitkin vaziyetteydi.
Yarı baygın Sıtkı sık sık soruyordu:
- Dumanlar yükselmeye başladı mı ?
- Daha tam değil. Biraz bekleyeceğiz.
Gün ağırıyordu.
Birbirlerini itekleyerek, çimenlerin üzerinde kayarak, yola kadar yuvarlandılar.
Şimdi, çıkan dumanı daha rahat görüyorlardı.
Saatler ilerledikçe duman kara bir boru gibi gökyüzüne uzanıyordu.
Güneş tepenin ardın bütün ihtişamıyla ortaya çıkmıştı.
Derinden, derine, itfaiye araçlarının siren sesini duydular.
Sıtkı, başını Remzi'nin omuzuna dayamış, gözlerini kapamış, öyle konuşuyordu:
- Ne olur ölme arkadaşım. Kurtulduk arkadaşım. Şeytandan önce itfaiye geliyor. Kurtulduk... Bir daha arabaya otostopçu alanın...Kadınların ikisi de profesyonel katil idi. Ama ölmedik. Ölmedik... Hepsini unutup yaşadığımıza sevinelim.