Güncelleme Tarihi:
BERLİN Film Festivali’ni yıllarca bir sinemasever ve güzel sanatlar fakültesi öğrencisi olarak izledi. Kendi filminin de festival programına dahil edildiğinin hayallerini kurdu. Köln Üniversitesi Güzel Sanatlar’ı bitirme tezi olarak çektiği 100 dakikalık filmi ile hayalini gerçekleştirdi. Filmi, 69. Berlin Film Festivali’nde ‘Alman Sineması Perspektif’ bölümüne alındı. Berlinale’nin son gününde de ödül almanın sevincini yaşadı. Hem de bir ilki gerçekleştirerek. 32 yaşındaki Mehmet Akif Büyükatalay, bu yıl ‘En İyi İlk Film’ dalında ödül aldı. Berlinale tarihinde ilk kez Panorama veya Forum bölümlerinin dışında bir bölümde yer alan film, bu ödüle layık görüydü. Bu onur da genç yönetmen Büyükatalay’ın oldu.
ÖDÜL ALACAĞIMI BİLSEM DAHA ŞIK GİYİNİRDİM
Genç yönetmen ile samimi sohbet, ödül aldığı gece ile başladı. ‘Ödülü bekliyor muydun’ diye sordum. İçi gülen gözleri ve yüzünden okunan mutluluğuyla cevap verdi: “Açıkçası hiç beklemiyordum. Zaten ödül gecesine de sokakta giydiğim kıyafetlerle katıldım. Ödül bekleseydim daha şık giyinirdim. Salonda sahneye çıkanları izliyordum. İsmimi duyunca çok heyecanlandım. Sahnede yaşadığım duygusal anlar, zaten televizyon ekranlarına da yansımış. Çok duygu yüklü bir andı. Ödül kadar, beğendiğim ve ilgiyle filmlerini izlediğim yönetmenlerin oluşturduğu jüri komitesinin takdirini almak, sevincimi daha da artırdı. Ustaların, sinema tekniği açısından çekimleri ödüle layık görmeleri, doğru yolda olduğumu da gösteriyor.”
RUH HALİNİ YANSITMAK İSTEDİM
Mehmet Akif Büyükatalay, Almanya’da üçünü kuşak Türklerin temsilcilerinden. Kuzey Ren Vestfalya’da doğup büyüdü. Hayatının bir bölümü dini cemaatler arasında geçti. Cemaatleri yakından tanıma ve gözlemle fırsatı bulan biri olarak kendisini tanımlıyor. 100 dakika süren filminde kariyerinin başında olan oyunculara yer vermiş. Filmde gençlerden oluşan ve kendi deyimiyle çok iyi tanıdığı küçük bir dini cemaatin yaşantısını anlatıyor. Filmin konusuyla ilgili sohbetimizde şu kelimeler dökülüyor ağzından: “Almanya’da göçmenler genel anlamda dışlanıyor. Sakallı ve camiye giden erkek Müslüman çok daha fazla dışlanıyor. Dışlanan bu gençler, bu dışlamayı üzerine alıyor ve bunu kabul ederek yaşıyor. Kendi kabuğuna çekiliyorlar. Küçük cemaatlerde paralel yaşamlar sürüyorlar. Elbette Avrupa’nın ortasında ve 21’nci yüzyılda bu çok kolay değil. Ben filmde bu cemaatlerin ruh halini seyirciye aktarmak istedim.”
İKİ KESİMDEN DE ELEŞTİRİLER ALDI
Genç yönetmen, filmiyle ilgili farklı kesimlerden tepkiler aldığını anlatıyor. Kendisini en çok rahatsız eden ise filminde İslam’ı anlattığına yönelik değerlendirmeler: “Kesinlikle filmimde İslam’ı anlatmıyorum. İslam ve sistemi, 100 dakikalık bir filmle anlatılamaz. İslam’ı anlatmak istesem oturur kitap yazarım. Bana ‘Aldın 100 bin Euro, oturup İslam’ın propagandasını yapıyorsun’ diyenler de var. Veya tam tersi ‘Sen içimizden çıktın. Şimdi Müslümanları kötülüyorsun’ diyenler var. Her ikisi de doğru değil. Ben Müslümanları da anlatmıyorum filmimde. Köln’de küçük cemaatte yaşayan ve Alman toplumunun dışladığı gençlerin ruh halini anlatıyorum sadece.”
KADINLAR SANILANIN AKSİNE GÜÇLÜ
Büyükatalay, filmde paralel bir dünyayı anlattığı için Alman unsurlar hiç yer almıyor. Kadın figürleri ise çok güçlü. Bunu hatırlattığımda ise cevabı şöyle oluyor: “Müslüman cemaatlere yönelik önyargılardan biri de bu alanlarda kadınların zayıf bir figür olduğu düşüncesi. Oysa öyle değil. Kadınlar cemaatlerde sanıldığından daha güçlü ve aktif. Filmde de Oray’ın eşi güçlü bir kadın. Eşinin Hagen’dan taşınma isteğini kendi önceliklerini gerekçe göstererek kabul etmiyor.
Benim annemin başı kapalı. Eğer annemin desteği ve yönlendirmesi olmasaydı ben güzel sanatlarda okuyamazdım. Benim sanata yönelmemde annemin emeği ve desteği çok büyük.”
DEDEMLE GEÇEN GÜNLERİMİ FİLM YAPACAĞIM
Berlinale’deki galaya annesi ve babası da katılıyor. Filmi de ilk kez orada izliyorlar. Tepkileri ne oldu yönündeki soruma Mehmet Akif tebessüm ederek “Babam filmde öpüşme sahnesiyle ilgili ‘Keşke o olmasaydı’ dedi. Annem’in değerlendirmesi ise farklıydı. Filmi çok beğendiğini ve benimle gurur duyduğunu söyledi. Galada filmden sonra beni öperek tebrik etti” cevabını verdi.
Gelecekle planlarını sorduğumda ise yanıtı şöyle oldu: “Dedem pek Almanca bilmezdi. Ben de ilkokula başlayana kadar Almanca konuşmazdım. Beş yaşlarındayken babam ve annem, bizi dedeme bırakıp Hac’ca gittiler. Dedemle o yaşadığım günleri anlatan kısa bir film yapacağım. İlk projem bu olacak...”
TÜRKİYE’DE GÖSTERİLMESİNİ ÇOK İSTİYORUM
Mehmet Akif Büyükatalay’ın filmi, Almanya’da 30 Mayıs’ta sinemalarda gösterime girecek. Filmine dünyanın birçok ülkesinden davetler geldiğini gururla anlatan Atalay “En çok istediğim filmimin Türkiye’de gösterilmesi. İstanbul’daki film festivalinden davet aldık ve katılacağız. Amerika, Avrupa ve Asya kıtasından birçok festival, filmi davet etti. Şu sıralar bu davetlerle çok zaman ayırıyorum. Mümkün olduğu kadar tüm festivallerde filmimin gösterilmesi için gelen teklifleri kabul edeceğim. Bu elbette yorucu olacak. Ama olsun talı bir yorgunluk beni bekleyecek” dedi.
ÇOK SEVDİĞİ EŞİ, İNANÇ KRİZİNE DÖNÜŞÜYOR
Mehmet Akif Büyükatalay ‘Oray’ filminin konusunu şöyle özetliyor: “Film’de Hagen’lı genç bir Müslüman Oray ile çok sevdiği eşi arasında tartışma çıkıyor. Tartışma esnasında eşine ‘boş ol’ diyor. Danıştığı cami imamı, kendisine dini kurallar gereği eşinden üç ay uzak durmasını söylüyor. Oray da eşinden uzak durabilmek için kenti değiştirmeye karar veriyor ve Hagen’dan Köln’e göçüyor. Burada kendisine yeni arkadaşlıklar kuruyor. Camiye gidip gelmeye başlıyor. Derken küçük bir cemaat oluşuyor. Bit pazarında çalışarak hayatını sürdürüyor. Bir yandan da küçük cemaatteki arkadaşlarına yardımcı olmaya çalışıyor. Her şey yolunda giderken sürekli gittiği caminin imamı kendisine ‘Üç kere boş olmak demek ara vermek değil, tamamen boşanmak anlamına gelir’ deyince Oray derinden etkileniyor. Eşini çok sevdiği için inanç krizi yaşıyor. Ve bir karar vermesi gerekiyor.”