Güncelleme Tarihi:
Gençlik yıllarında aynı görüşü paylaşan arkadaşlarıyla birlikte solcu „Demokrasi ve Hukuk“ dergisini çıkarmıştır.
Giessen Üniversitesi'nde Hukuk Fakültesini bitirmiş ve uzun süre aynı üniversitede öğretim üyesi olarak çalışmıştır.
Steinmeier'i 1990'lı yılların ilk yarısında, sonradan Almanya'nın başbakanlığını yapan Gerhard Schröder'in Aşağı Saksonya Eyalet Başbakanlığı döneminde Hannover'de bir etkinlikte tanıdım.
O zamanlar Schröder'in Özel Kalem Müdürü'ydü.
Gerhard Schröder'in 1998 yılında genel seçimleri kazanıp 16 yıllık Kohl iktidarına son vermesinden birkaç ay sonra Frank-Walter Steinmeier, Başbakanlık Dairesi Başkanlığı'na getirildi.
O dönemlerde kendisiyle birkaç yerde karşılaşıp, ayaküstü sohbet ettik.
Tabii Türkiye Avrupa Birliği (AB) ilişkilerini de sormuştum Steinmeier'e.
„Türkiye'nin önemli bir rol üstlenebileceğini söylüyorsunuz. Hükümet ortağınız CDU/CSU ise Türkiye'nin AB'ye tam üye olmasına karşı. CDU/CSU, Türkiye'nin imtiyazlı ortaklıkla yetinmesinden yana. Buna ne dersiniz?“ sorusunu da şöyle yanıtlamıştı: Şunu çok açık bir biçimde söylüyorum: Biz Türkiye ile başka bir şey değil, üyelik müzakereleri sürdürüyoruz. Avrupa'nın kararı budur. Tabii bu yolun uzun olduğunu biz de biliyoruz. Türkiye reformları sürdürmeli, politik, ekonomik ve özellikle de AB'ye yakınlaştıracak hukuksal alandaki reformlara devam etmeli. AB de, Lizbon Sözleşmesi ışığında başka ülkelerin üye olarak alınabilmesi için gereken reformları gerçekleştirmeli.
Çok değer verdiği kültürel ilişkilerle ilgili „Dışpolitikadan Türk-Alman ilişkilerine geçelim. Ernst Reuter Girişimi'ni hayata geçirdiniz. Bu girişimden neler bekliyorsunuz, ne umuyorsunuz?“ soruma da „Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkiler çok sıkı olduğu gibi, bu ilişkilerin köklü bir geçmişi de vardır. İki ülke de Doğu ile Batı, İslam ve Hıristiyan dünyası arasında diyaloğun geliştirilmesine öncülük yapmak için ideal bir yapıya sahiptir. Şu anda ülkenizin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile bundan iki yıl önce Dışişleri Bakanlığı döneminde ülkelerimizi ekonomik ve kültürel olarak daha da yakınlaştırmayı hedefledik. Önümüzdeki aylarda İstanbul'da bir Alman-Türk Üniversitesi'nin temelini atmayı umuyorum. Ayrıca Almanya'nın Tarabya'daki eski Büyükelçiliğe ait yazlık konutu Türk ve Alman sanatçıların buluşacağı bir merkez haline getirmek istiyoruz“ yanıtını vermişti.
KAPICI DEĞİL, BAŞKAN
Steinmeir, Almanya'da yaşayan Türk ve diğer göçmen kökenlilerin daha iyi yerlere gelmesi için hep kararlı bir tutum sergilemiştir.
Kendisine „SPD'nin Berlin'deki kurultayında, 'Türk ve Bosnalı ailelerin yetenekli çocukları depo işçisi değil işletmelerde muhasebeci, kapıcı değil bir resmi dairenin başkanı da olabilmeli' dediniz. Bu hedefe nasıl ulaşacaksınız?“ diye sorduğumda şu yanıtı vermişti: Bu sözcüklerin arkasında beni derinden duygulandıran bir neden yatıyor. Ben Almanya'nın göçmen ailelerin çocuklarına daha iyi bir eğitim ve mesleki eğitim şansı sunmasını istiyorum. Bu, ülkemizin geleceğini çok yakından ilgilendiren önemli bir sorundur. Ben örneğin Türk kökenli ailelerin şunu hissetmelerini istiyorum: Bizim çocuklarımız bu ülkede kabul görüyor. Çocuklarımız destekleniyor, herkes gibi usta olma ve liseyi bitirip diploma alma şansına sahip. Bu toplumun birlikteliğini ancak tüm gücümüzle birlikte çalışarak koruyabiliriz.
„Berlinli Türklerin yüzde 40'ı işsiz. Bunun üstesinden nasıl gelinir sizce?“ sorusuna da, „Bu soruya verilecek dürüst bir yanıt ne yazık ki, biraz rahatsız edici olacaktır. Ama buna rağmen söyleyeceğim: Her şeyden önce daha fazla ve daha iyi eğitim. Özellikle de çocuklar için. İşyeri için Almanya'da kural şudur: Çalışanın kalifikasyonu ne kadar iyiyse çalışılanın işi kaybetme riski de o kadar azdır. Veya tam zıddı: Nitelikli olmayan elemanlar, durgunluk dönemlerinde işyerlerini kaybetme tehlikesiyle daha fazla karşı karşıya kalır. İşsizlerin çaba göstererek kendilerine sunulan geliştirme programları sayesinde yeni şans yakalamaları mümkündür. Biz Sosyal Demokratlar olarak her insana ikinci, hatta üçüncü bir şans verilmesini istiyoruz. İnsanların çalışması ve iş sahibi olması bizim en öncelikli hedefimizdir.
UYUM VE POLİTİKA
Steinmeier'e 2009 yılında yaptığımız bir söyleşide, „Almanya'ya ilk misafir işçi 1955 yılında İtalya'dan geldi. Türk işgücü göçü bundan 48 yıl önce başladı. Böyle olduğu halde niçin uyum konusuna daha önceleri değil de son dönemlerde ağırlık verilmeye başlandı?“ diye sormuştum.
Yanıtı şöyleydi: Almanya'da toplumun bir bölümü çok uzun süre misafir işçilerin birkaç yıl çalıştıktan sonra ülkelerine geri döneceği gibi hayalle yaşadı. İlk kez SPD ile Yeşiller'den oluşan koalisyon hükümeti 1998 yılında Almanya'nın çoktan bir 'göç ülkesi' olduğu gerçeğinden hareket ederek tüm gücüyle uyumu gündemine yerleştirdi. Bugün Almanya'da yaklaşık 15 milyon göçmen kökenli insan yaşamaktadır. Bu nüfusun 1/5'idir. Bu insanlar bu toplumun ayrılmaz bir parçasıdır. Bu insanlara yardım etmek, onların yerlerini bulması ve kendilerini Almanya'da iyi hissetmeleri ülkemiz için anahtar sorundur. Gerçekten ilk kez küresel bir yüzyılda yaşıyoruz. Farklılıklarla yaşamak, yabancı olanı bir tehdit değil zenginlik olarak hissetmek Almanya için de Türkiye için de her geçen gün daha da önem kazanacaktır.
UYUMSUZ SAÇMALIĞI
„Son yapılan bir araştırma Almanya'daki Türklerin uyum istemediği şeklinde yorumlandı. Siz de böyle bir intiba edindiniz mi?“ sorusuna da „Çok saçma. Ben çok sayıda başka örnekler tanıyorum. Köln'de, Berlin'de veya Frankfurt'ta Türk kökenli çok sayıda ressam, film ve tiyatro oyuncusu, dişhekimi, politikacı veya müzisyen var. Bu insanlar ülkemiz için zenginliktir. Bu insanlar kökenlerini unutmadan burayı ikinci, hatta çoğu kez birinci vatanı olarak görmekteler. Doğal olarak değişiklikler de var. 1970'li yıllarda Berlin'de yaşamış Türk kökenli bir gazeteci o günkü durumu şöyle tasvir etmişti: O zamanlar Kreuzberg'de o kadar az Türk çocuk vardı ki, avluda futbol oynarken başka çocuklarla Almanca konuşmak zorunda kalmış. Bugün çocukların Almanya'da hemen hemen hiç Almanca konuşmadan büyümeleri mümkündür. İşte buna dikkat etmeliyiz ve gereken girişimlerde bulunmalıyız.
SEÇİM HAKKI VERİLMELİ
„Görülebilir bir süre içinde AB üyesi olmayan ülkeden gelenlere çifte vatandaşlık ve yerel seçim hakkı verilebileceğini düşünebiliyor musunuz?“ sorusunu da şöyle yanıtlamıştı: Ülkemizde birçok insan çoktan çifte vatandaş statüsüne sahiptir. Ama vatandaşlık gömlek satın alınır gibi satın alınamaz. Bu hak, görevleri içeren önemli bir adımdır. Bu nedenle biz de birçok ülke gibi, Alman vatandaşlığı verilmesinde titiz davranıyoruz. Yerel seçim hakkına gelince: Bu alanda tüm AB ülkelerinde ortak bir düzenleme yapılmalı. Benim partim, tüm yurttaşların yaşadıkları yerde oylarıyla politik yaşam ve kararlara katılabilmelerini istiyor.
Tabii Almanya'da Türk kökenli 690 bin civarında Türk kökenli seçmenin bulunduğunu hatırlatıp „Bu insanlar niçin sizin partinize, yani SPD'ye oy vermeli?“ diye de sormuştum.
Steinmeier bu sorumu şöyle yanıtlamıştı: SPD 150 yıldır tüm insanların uyumu ve katılımı için mücadele vermektedir. Biz insanların kökenine bakmaksızın herkesin ülkemizde bir yere gelebilme ve eğitim şansına sahip olmasını istiyoruz. Daha ben yeni genç olmaya adım atarken SPD benim gibi işçi çocuklarının da liseye ve sonra da üniversiteye gitme hakkına sahip olmaları için mücadele etti. Ben de bugün göçmen kökenli ailelerinin çocuklarının eşit şansa sahip olmaları için mücadele veriyorum. Ayrıca; günümüzdeki mali ve ekonomik krizin aşılması için Sosyal Demokrat yanıtlara ihtiyaç var. Açgözlülüğün ve mantıksız davranışların önü kesilmeli. Sınırsız piyasa radikalizmi döneminin sonu geldi. SPD'nin bu alanda inandırıcı konseptleri var. Ayrıca Federal Hükümetin şu ana kadar krize karşı attığı adımlar ağırlıklı olarak SPD'nin imzasını taşıyor. Yani, SPD'yi seçmek için yeterinden fazla neden var. Siz de öyle düşünmüyor musunuz?