Güncelleme Tarihi:
SOLGUN Karanfil klasik bir Sinan Akyüz romanı gibi duruyor, doğru mu?
* Çok doğru. Yine gerçek bir hayat hikayesi, yine yaşanmışlıklar. Hikayemiz 1940’lı yıllarda Yugoslavya’da geçiyor. Ama bu sefer işin içinde Naziler ve Balkan halkları var.
Roman biz okurlara ne anlatıyor?
* Solgun Karanfil; bir aşkın, bir işgalin, bir soykırımın romanıdır. İki Müslüman Arnavut gencin aşkıyla başlıyor. Daha sonrasında okuru savaşla yüzleştiriyor ve soruyor: “Yaşanmışlıkları kaybetmek mi daha zor, yoksa hayalleri mi?”
Sizce hangisi?
* Bu sorunun cevabı göreceli bence. Kişiden kişiye göre farklılık gösterebilir. Ama benim cevabım şöyle olabilir: Sanki yaşanmışlıkları kaybetmek daha zor. Çünkü anılar insanı üzer.
Peki ya hayaller?
* O da insanı üzer. Eğer yaşayamayıp sadece bir hayal kurmuşsanız, o da bir yıkımdır insan için.
‘HER TERCİH BİR VAZGEÇİŞTİR’
Romandaki başkarakter Aferdita bu yüzden mi hayal kırıklığına uğruyor?
* Evet. Çünkü sevdiği adam onunla vatanı arasında bir tercihte bulunuyor. Ve işgale uğrayan vatanını kurtarmak için dağa çıkıp Nazilere karşı savaşıyor.
Solgun Karanfil romanının önermesi de bu söylediğiniz şey mi?
* Tercih! Kitabın ilk cümlesi zaten şöyle başlıyor: “Her tercih bir vazgeçiştir. Ama vazgeçilen hep alacaklı kalır!” Gerçek hayatta da böyle değil mi? Vazgeçilen hep gidenin arkasından bakandır, gözü yaşlı olandır.
Göz yaşı deyince... Siz daha çok ağlatmayı mı seviyorsunuz? Genelde okurlarınız sizin kitaplarınızı okurken çok ağladıklarını söylüyor.
* Galiba biraz öyle oldu. Benim kitabımı bir eline alan okur, diğer eline de mendilini alıyor.
Bu, bir yazar için iyi bir şey mi peki?
* İyiliği şu: Yazdığınız hikâye önce sizin, sonra da okurun yüreğine dokunuyorsa bu güzel bir şey. Demek ki hâlâ insanlık ölmemiş ve merhametimizi kaybetmemişiz. Çünkü göz yaşlarını akıtan insanların merhametli insanlar olduğunu düşünüyorum. İnsanlığın hâlâ dimdik ayakta durduğunu düşünüyorum. Çünkü merhamet güzel bir şeydir. Merhametini kaybeden toplumların iki yakası bir araya gelmez.
YAZARKEN ÇOK EĞLENDİM
Peki bu işin kötüsü ne?
* Kötülüğü de şu: Okurlarım benden bu tür kitaplar istiyor. Yani komedi bir kitap yazıp okurumu güldürmek bana haram sanki.
İlginç! Peki komedi tarzında bir kitap yazmayı düşünüyor musunuz?
* Aslında komedi tarzında yazdım. Kitabın adı da ‘Bir Evlilik Komedisi’ydi. Ben bu romanı yazarken çok eğlendim. Hatta okurlarım da okurken çok eğlendi. Ama okurlarım daha sonra bana şunu söyledi: “Komedi yazmak senin neyine? Bırak da başkaları güldürsün, sen ağlat bizi!” Yani boyumun ölçüsünü almış bir yazarım. Herhalde bundan sonra komedi tarzı bir romanı zor yazarım. Ama bu sakın şu anlama gelmesin: Dram yazarken komedi de mutlaka olacak içinde.
Solgun Karanfil söylediğiniz gibi bir soykırım kitabı aynı zamanda. Bu bilgiler ne kadar gerçek peki?
* Ne yazık ki soykırımla ilgili bölümler de tamamen gerçek. Hitler bir milleti sala bindirip sele verdi! İkinci Dünya Savaşı’nda yalnızca Yahudiler soykırıma uğramadı. Müslümanlara bile soykırım yapıldı Balkanlar’da.
Ama romanda Balkan halklarının birbirleriyle olan savaşlarını da görüyoruz.
* Doğru. Hırvatlar Çetnikler’le savaşıyor. Çetnikler tüm Balkan halkıyla. Yani bir tek düşman Naziler değil. Halklar birbirlerinin de düşmanı aynı zamanda. Zaten o dönem atılan nifak tohumları 1990’lı yılların başında yeşerdi, Bosna-Hersek’te yaşanan katliamı doğurdu.
Ben de şimdi bu konuya değinecektim... Son romanınız biraz İncir Kuşları tadında mı?
* Evet. İncir Kuşları bize 1990’lı yılların soykırımını anlatırken, Solgun Karanfil 1940’lı yıllardaki soykırımı anlatıyor. Sadece bu fitili ilk ateşleyen Hitler’den başkası değil. İlginçtir, İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinde Balkanlar’da savaş hâlâ sürüyordu. Çünkü Partizanlar ile Çetnikler silahlarını bırakmamışlardı.
Merak ettim doğrusu. Neden Balkanları yazıyorsunuz?
Özel bir nedeni yok aslında. Yüreğe dokunan bir hikâye yakaladığım zaman hemen kolları sıvayıp işe koyuluyorum.
Bu hikâyeleri nasıl buluyorsunuz?
Doğrusu özel bir çaba sarf etmiyorum. Bu konuda biraz kaderci oldum artık. Şayet bir hikâye kendini yazdırmaya karar vermişse, bir şekilde gelip beni buluyor. Yakama yapışıyor. Beni yaz diyor.
YAZMADAN ÖNCE ARAŞTIRMA YAPIYOR
Bildiğim kadarıyla siz hikâyenin geçtiği yerlere gidip araştırma da yapıyorsunuz.
* Çok doğru. Bir yazar yazdığı hikâyeyi her yönüyle bilmeli bence. Yazar yazarken tahminde bulunmamalı. Şayet böyle bir şey yaparsa, kaleme aldığı hikâye ona çok güzel ders verir. Ders de şu: Hikâye tıkanır. Yarattığınız karakterler sizin arkanızdan güler. Yani yazarken tıkanmamak ve yarattığım karakterlerin elinde oyuncak olmamak için gidip sağlam araştırmalar yapıyorum.
Sizin gibi böyle çalışan başka yazarlar var mı acaba?
* İnanın hiçbir fikrim yok. Bence bu tarz çalışma yapmayan bir yazar da yazmasın lütfen!
Neden?
* Çünkü bu işler öyle Google arama motoruna yazarak olmuyor. Kahramanlarınızın yaşadığı yeri sizin çok iyi bilmeniz gerekiyor. Sadece bu mu? Haşa! Kültürlerini, davranışlarını, hayata bakışlarını... İşte ondan sonra oturup bir hikâyeyi romanlaştırabilirsiniz. Yazacağınız şey önce sizin yüreğinize geçmeli ki, ordan da okurun yüreğine geçebilsin. Yazar okurun eline kelek değil, gerçek kavunu vermeli.
Yani?
* Yanisi şu: Bazı yazarlar pazara kavun getiriyor. Ama okur onu satın alıp romanın içine girdiğinde, görüyor ki kavun kelek çıkmış! Sonra da bu yazarlar kendilerine kızacağı yerde, okura kızıyor. Güya iyi bir roman yazmış da, Türk okuru onu anlamamış. Kimse kusura bakmasın. Ama piyasada çok kelek kitap var.
MÜSLÜMANIN MÜSLÜMANDAN BAŞKA DOSTU YOK
İncir Kuşları romanınız da 50. baskısını yaptı. Okur o kitabınızda ne bulmuştu?
* İncir Kuşları insanlığın öldüğü bir romandır. Okur da bu ölmüş insanlığa oturup ağladı. Hayretler içinde yazılanları okudu, gerçekleri öğrendi. Düşünün ki bir millet Müslüman olduğu için hunharca katledildi. Hem de Avrupa ülkelerinin gözleri önünde. Bu yüzden derim ki, Müslümanın Müslümandan başka dostu yoktur. Ama acı olan taraf, biz Müslümanlar bu gerçeğin hâlâ farkında değiliz.