Güncelleme Tarihi:
Yıllarca bunu duyduk politikacılardan.
Gerçekten öyledir de.
İşte bu projeden ilk ‘kopuş’ başladı.
Geçen hafta Birleşik Krallık’ta (İnglitere) yapılan referandumda, halkın yüzde 51.9’u “AB’yi terk edelim” dedi.
Yüzde 49.1’i ise “Kalalım” oyu kullandı.
Yani İngiltere’de oy kullanan seçmenlerin yarıdan fazlası “Bıktık artık şu Avrupa Birliği’nden” dedi.
Oysa ki, İngiltere, AB’ye girmek için yıllarca didinip durdu.
İngiltere, İrlanda ve Danimarka ile birlikte ilk kez 1961 yılında AB’nin öncüsü konumundaki Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (AET) kapısını çaldı.
*
Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg’un 1957 yılında Roma Antlaşması ile kurduğu AET’de yerini alabilmek için İngiltere yıllarca yalvarıp yakardı.
Üye ülkelerin çoğu sıcak baktığı halde, dönemin Fransa Devlet Başkanı Charles de Gaulle buna karşı çıktı.
Hem de kararlı bir biçimde.
De Gaulle, İngiltere’nin ekonomik sıkıntılar yaşadığı, Kıta Avrupa’sından çok farklı ve Amerika Birleşik Devletlerine (ABD) politik açıdan bağımlı olduğu gerekçesiyle “Non” (Hayır) dedi.
Charles de Gaulle, “İngiltere hiç de Avrupalı değil, AET’ye üye olacak olgunlukta da değil” diyerek tutumunu değiştirmedi.
Hatta “Avrupa bir kıtadır. İngiltere ise onun karşısında büyük bir ada” diyerek İngiltere’nin Avrupa’ya ait olmadığını bile ima etti.
Ama İngiltere, AET sevdasından vazgeçmedi.
1967 yılında yeniden başvurdu.
Ancak Charles de Gaulle’ün 1969 yılında istifa edip cumhurbaşkanlığını bırakmasına kadar olumlu yanıt alamadı.
De Gaulle’ün istifasından sonra İngiltere’ye AET yolu açıldı.
*
1973 yılında İrlanda, Danimarka ve İngiltere, AET’ye tam üye oldu.
Ama iki yıl sonra, yani 1975 yılında, “AET’de kalalım mı, ayrılalım mı?” diye referanduma gidildi.
Halkın yüzde 67.2’si “Kalalım” derken yüzde 32.8’i “Terk edelim” oyu kullandı.
Ancak İngiltere, hiçbir zaman ‘tam AB’li’ olamadı.
“Demir Lady” olarak bilinen dönemin İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher, ‘Paramı geri istiyorum’ kampanyası başlatarak, İngiltere’nin, AET’ye daha az para ödemesini zorla kabul ettirdi.
Üye ülkelerde serbest dolaşımı içeren ‘Schengen Sözleşmesi’ne imza koymadı.
Avrupa para birimine (Euro) katılmadı.
Yani bir yerde İngiltere hep ‘yarım AB’li’ kaldı.
*
İngiltere’deki referandum sonuçları diğer üye ülkelerdeki aşırı sağcı ve sağ popülist partileri cesaretlendirdi.
Hollanda’da Özgürlük Partisi Lideri Geert Wilders, Fransa’da Ulusal Cephe (FN) Lideri Marine Le Pen, İtalya’da Kuzey Ligi’nin lideri Matteo Salvini kendi ülkelerinde de referanduma gidilmesi için harekete geçtiler.
Avusturya, Finlandiya, Macaristan’da da öyle.
Almanya’nın çeşitli kesimlerinde rastladığım Türkler ve Türk kökenliler genelde hep, “Ne olacak bu Türkiye’nin hali?” diye sorarlardı.
Son günlerde, “Ne olacak bu Avrupa’nın, Avrupa Birliği’nin hali?” diye sormaya başladılar.
Evet, AB sancılı bir dönemden geçmekte.
Ama sağduyu ağır basıp bu sancılı dönem atlatılacaktır.
Çünkü dünya barışı açısından Avrupa’nın birlikte hareket edeceği AB’ye ihtiyaç vardır.
İşte her şeyden önce sırf bu yüzden bu ‘barış projesi’ yaşamalıdır, yaşatılmalıdır.
Meydanlar, aşırı sağcılara, sağ popülistlere bırakılmamalıdır.