Claudia Roth, öğretmen bir anne ve diş hekimi bir babanın çocuğu olarak Ulm kentinde dünyaya geldi.
İlk ve orta öğrenimden sonra Mühin Üniversitesi’nde Tiyatro, Tarih, Alman Dili ve Edebiyatı bölümlerine kaydını yaptırdı.
Ancak iki sömestr sonra üniversiteyi terk edip Dortmund Devlet Tiyatrosu’nda çalışmaya başladı.
Lise yıllarından itibaren politikaya ilgi duydu ve 1971 yılında hiçbir politik partiyle bağlantısı olmayan radikal demokrat bir gençlik örgütü olan solcu Genç Demokratlar üyesi oldu.
1985-1989 yılları arasında Bonn’da Yeşiller Federal Meclis Grubu Basın Sözcüsü, 1989-1998 yılları arasında
Avrupa Parlamentosu milletvekilli olarak görev yaptı.
1998 yılında Federal Meclis’e milletvekili olarak giren Roth, 2001-2002 ve 2004-2013 yılları arasında Yeşiller Eşbaşkanlığı görevini üstlendi.
Şu anda Federal Meclis Başkan Yardımcısı olan Claudia Roth’u Bonn’da göreve başladığım 1987 yılından beri tanırım.
Defalarca konuştuk.
Çok kez söyleşi yaptık.
Sohbet ettik.
Düşündüğünü söyleyen, açık sözlü ve yürekli bir politikacıdır.
Diğer parti arkadaşlarının çoğu gibi Claudia Roth da Türkiye konusunda bir dönem
Almanya’daki PKK yandaşları tarafından yanlış yönlendirildi.
Ancak zamanla Türkiye’ye daha sık gidip gelince, anlatılan her şeyin doğru olmadığını gözleriyle görüp, kulaklarıyla duyunca, daha gerçekçi bir tutum sergilemeye başladı.
Zaten Roth’a yakışan da bu olurdu.
* * *
Claudia Roth, 1995 yılında İngiliz parlamenter Pauline Green ve Fransız parlamenter Catherine Lalumiere’le birlikte Türkiye’ye bir ziyarette bulunmuştu.
Dönemin Doğru Yol Partili (DYP) Devlet Bakanı Ayvaz Gökdemir, bu üç kadın parlamentere, “Üç fahişe” diye hakaret etmişti.
Türkiye’den döndükten sonra Claudia Roth’la Bonn’da konuşmuştum.
Küplere biniyordu adeta.
Haklıydı da.
Claudia Roth, Ayvaz Gökdemir hakkında Türkiye’de dava açtı.
Tam 15 bin Mark tazminat kazandı.
Bu paraları Türkiye’deki Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfına bağışladı.
Kendilerine hakaret edilmesine hala öfkeliydi, ama Gökdemir’in tazminat ödemeye mahkum edilmesini ve yaptığı bağışı da ballandıra ballandıra anlatmıştı.
* * *
Claudia Roth, Eşbaşkanlığı döneminde Yeşiller’in Berlin’deki genel merkezinde yaptığımız bir söyleşide, “Ülkede yaşayan yabancıların uyumu son dönemlerde ağırlıklı olarak yeniden tartışılmakta. Zorunlu uyum kursu bile gündemde. Birlik 90/Yeşiller’in lideri olarak bu tartışma ve önerileri nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorumu şöyle yanıtlamıştı:
“Mecburi uyum kursunu tasvip etmiyorum. Ama ben Almanya Federal Cumhuriyeti’nin kendisini bu gibi kursları sunma mecburiyetinde hissetmesini, nihayet uyumun gerçekleşmesi için kendisinin böyle bir görevi olduğunu idrak etmesini istiyorum. Uyumun sadece bizim ülkemize gelen insanların yerine getirmesi gerektiği bir görev olarak değil, aynı zamanda bu ülkenin de görevi olduğunun görülmesini, öyle anlaşılmasını istiyorum. Yalnız bu ülkeye gelen insanların uyum sağlamasını beklemek, uyum değil, asimilasyondur (kendi kimliğinden, dilinden, dininden, kültüründen feragat edip, eriyip gitme). Şu anda yeniden göç tartışmaları yapılırken, ben yeni geleceklere Almanca kurslarının yanı sıra politik ve toplumsal değerleri içeren bilgilerin verilmesi için kurs imkanı sunulmasından yanayım. Örneğin daha kısa süre içinde Alman uyruğuna geçme veya başka olanaklar sunularak kurslara katılma cazip hale getirilebilir. Ben aynı zamanda şu anda Almanya’da yaşayan ve dil sorunları olan insanlara da Almanca kurslarına katılma imkanı yaratılmasından yanayım. Çünkü dil uyumun gerçekleşmesi için en önemli unsurdur. Ama şunun altını yeniden çiziyorum: asimilasyon değil, uyum hedeflenmelidir.”
* * *
Roth, “Almanya’ya Türk göçü bundan 40 yıl (Şimdi 54’üncü yıl) önce başladı. Türklerin hala öyle ileri sürüldüğü gibi ciddi bir uyum sorunu mu vardır? Bu alanda önerileriniz nedir?” sorusuna da, “Ben burada yaşayan Türklerden atmosferin çok iyi olmadığını duyuyorum. Bunun nedenlerini sormak gerekir. Hiç şüphesiz bunun en önemli nedenlerinden biri, ‘Bu insanlar buraya geldi ve sürekli olarak da burada kalacaklar’ denilmediğindendir. Bu insanlar Alman toplumunun bir parçası oldu. Bu insanlar eşit hakka sahip olmalı. Özellikle Türkler arasında Vatandaşlık Yasası konusunda eleştirel bir tartışma yaşandı. Ben Alman Vatandaşlık Yasası’nın çok önemli bir adım olduğunu sanıyorum. Bugün artık yabancı bir ailenin bu ülkede dünyaya gelen çocuğu doğuştan Alman vatandaşı olmaktadır. İsmi Nail olsun, Ömer olsun, Ayşe olsun bu çocuklar doğuştan Alman vatandaşıdır. Bu çok önemlidir. Ben ve parti arkadaşlarım ‘çifte vatandaşlık’ hakkının kabul edilmemesini doğru bulmadık, bulmuyoruz da. Özellikle birinci nesil yabancıların Alman vatandaşlığına geçmelerinin kolaylaştırılması için bazı yeni düzenlemeler gereklidir” yanıtını vermişti.
Roth, “Karşılıklı hoşgörünün daha egemen olduğu, barış içinde birlikte yaşam için neler yapılmalı? Sizin partinizin bu konuda bir reçetesi var mı?” sorusunu da şöyle yanıtlamıştı:
“Her şeyden önce göçün geçici olmadığından hareket edilmelidir. Bu ülkeye gelmiş olan ve gelen insanlar misafir değildir, misafir işçi değildir. Bunlar bizim sevdiğimiz insanlardır. 2’nci ve 3’üncü nesil bu toplumun eşit haklara sahip birer bireyi olduklarını, bu toplumun bir parçası olduklarını bilmelidirler. Tabii bunu Alman toplumu da bilmelidir. Bu insanlara ‘Ülkenize gidin’ demek doğru değildir. Çünkü bu insanların ülkesi Bavyera’dır, Hamburg’dur, Baden-Württemberg’dir. 40 yıllık göç tarihi Almanya’yı değiştirdi. Almanya her bakımdan zenginleşti. Ama bazı kişiler bugün ‘öncü kültür’den bahsetmekte. Nedir Alman ‘öncü kültür’ü? Alman ‘öncü kültür’üne döner kebap da dahildir, bu ülkede yaşayan Müslümanlar da dahildir. Demokratik bir toplum, ancak toplumun bütün kesimlerinin demokratik haklarını kullanmalarıyla mümkündür. Bu kolay bir süreç değildir. Kendi kabuklarına çekilen Türkler vardır. Ben klasik göç ülkeleri ABD ve Kanada’da olduğu gibi bu ülkedeki göçmenlerin de eşit haklara sahip olmalarının kabullenmesinden yanayım, bunu arzu ediyorum. Geçenlerde Almanya Yabancılar Meclisleri Birliği’nin Başkanı ülkede yaşayanların yüzde 9’unun yabancı olduğunu ve bunların buralı olarak kabullenmesi halinde durumunun normalleşeceğini söyledi. Yabancı deyince akla dışta kalan gelmekte. Ama bu insanlar yabancı değil, benim için yeni yerlilerdir. Bu insanlar kamu alanında da dışardadır. Örneğin niçin öğretmenlerin yüzde 9’u bu insanlardan değildir? Niçin polislerin yüzde 9’u Türk veya diğer grup mensuplarından değildir?”
* * *
Claudia Roth, “Yeşiller’in de diğer köklü partilere benzemeye başladığı intibaı ağırlık kazanmakta.
Yerel seçim hakkı, eşit haklar vaadinde bulunduğunuz halde bir gelişme sağlanamadı. Bu durumda yabancı kökenliler sizin partinize niçin destek versin?” sorusuna “Köklü partilere benzemeye başladığımızı sanmıyorum. Biz yeşil kaldık. Biz başlangıçtan beri çok kültürlü toplumu savunan tek partiydik ve öyle de kaldık. Biz yerliler gibi göçmenlerin de tüm demokratik haklardan eşit şekilde yararlanması için baştan beri mücadele verdik, bu alandaki mücadelemizi de sürdürmekteyiz. Biz insan haklarının bu ülkede de herkes için geçerli olmasını savunuyoruz. Biz yalnız diğer ülkelerdeki değil, bu ülkedeki insan hakları ihlallerinin de yok edilmesini savunuyoruz. Göç konusunda da somut önerilerde bulunan tek partiyiz sanıyorum. Uyumun Alman ‘öncü kültürü’nün kabulü yoluyla asimilasyon anlamına gelmediğini savunan partiyiz. Biz göçmenlerin haklarını elde edebilmeleri için baştan beri onların yanında yer alan bir partiyiz. Biz Alman ve diğer çocuklar arasında ayırım yapmayan, aile birleşiminin sınırlandırılmasına karşı olan bir partiyiz. Biz aile birleşiminin yalnız Hıristiyan aileler için değil, diğerleri için de geçerli olmasını savunan bir partiyiz. Biz Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne entegrasyonundan yanayız. Yeşiller’in desteği olmasaydı, Türkiye’ye AB’ye adaylık statüsü verilmesi mümkün olmazdı” yanıtını vermişti.
“Türkiye AB ilişkilerinden söz ettiniz. Türkiye’nin AB’ye tam üyelik şansını nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusuna da, “Bu tamamen Türkiye’nin elindedir. Daha önceki dönemlerde 20-30 yıl Türkiye’ye ‘Tabii yeriniz burası’ denildi. Ama hiçbir zaman somut öneride bulunulmadı, olanak sunulmadı. Hep iki yüzlü davranıldı. Üyelik söz konusu olunca hep Türkiye’deki insan haklarının konumu gündeme getirildi. Helsinki’de bizim de ortak olduğumuz Alman hükümetinin de desteğiyle Türkiye’ye adaylık statüsü verilmişti. Diğer aday ülkeler için geçerli olan kriterler Türkiye için de geçerlidir. Şayet Türkiye bu kriterleri yerine getirirse Avrupa Birliği, ‘Biz sizi istemiyoruz, çünkü siz Müslümansınız’ diyemez. Şu durumda insan hakları, hukuk devleti, azınlık hakları, ekonomik ve sosyal veriler Polonya için de, Romanya için de Türkiye için de aynı şekilde geçerlidir. Bu gerçekten yeni bir durumdur ve Türkiye’ye AB’ye tam üyelik şansı vermektedir. Türkiye’nin bu şansı çok iyi kullanması gerekir.”
TÜRK SEVGİLİ Mİ
Claudia Roth’a, “Türkiye’nin ‘ikinci vatanınız’ olduğunu söylemiştiniz. Eskiden daha sık gittiğiniz halde, son dönemlerde biraz uzak kaldınız gibi. Bu arada bir de Türk sevgiliniz olduğu yönünde söylentiler vardı? Nedir bunlar?” diye de sordum... Bu soruya yanıtı şöyle oldu:
“O kadar da çok olmadı Türkiye’ye gitmeyeli. Kasım ayı sonunda Türkiye’deydim. İlkbaharda gitmek istiyordum ama herhalde olmayacak, çünkü partideki yeni görevim nedeniyle yapılacak başka işlerim var. Ama yaz tatilinden önce Türkiye’ye gitmek istiyorum. Türkiye’ye Birlik 90/Yeşiller’in yeni Eşgenel Başkanı olarak bir ziyarette bulunmak istiyorum. Bu seyahatim sırasında, Türk mahkemelerin beni haklı bularak bize hakaret eden Ayvaz Gökdemir’in ödemesine karar verdiği tazminatı belirli kuruluşlara dağıtacağım. Temmuz ayında böyle bir seyahatte bulunacağımı umuyorum. Bu paranın bir bölümünü o feci depremde anne-babalarını kaybeden çocukları barındıran bir kuruma, geri kalanını da kadınlara sahip çıkan büyük bir kuruluşa vereceğiz. Ayvaz Gökdemir yalnız bize değil Türkiye’dekiler de dahil tüm kadınlara hakaret etmiştir.
Benim yıllardır Türk arkadaşlarım var. Ama Türk bir erkeğim yok. Ancak bu olmayacak anlamına gelmez. Şu anda olmayan, bekli ilerde gelebilir. Niçin olmasın?”
“Bir dönemler Türkçe öğreneceğinizi söylemiştiniz. Ne oldu o projeniz? Türkçe’niz nasıl?” sorusuna da, “Ne yazık ki, Türkçe öğrenemedim. Türkçe öğrenilmesi zor bir dil. Ben Türkiye’den gelip, son derece iyi Almanca öğrenmiş olanları takdir ediyorum. Onlara imreniyorum. Tabii gönülden de kutluyorum” yanıtını vermişti.