Güncelleme Tarihi:
‘İNANÇLARA İNDİRİM KABUL EDİLEMEZ’
Aynı haberde, Potsdam Enerji Kurumu’nun Sol Partili Denetleme Kurulu üyesi Stefan Wıllenberg’in “Elektrik ve gaz fiyatlarında inançlılara indirim yapılmasını kabullenmek mümkün değildir” açıklamasına da yer verildi.
Daha sonraki günlerde Almanya’da yayımlanan başka gazete ve dergilerde de aynı içerikli haberler yer aldı.
Ben şahsen Almanya’da eşitlikten, hukuk devletinden, adaletten yana olan sağduyulu çevrelerin bu ayrımcılığa itiraz etmelerini bekledim.
Ülkede politik sorumluluk taşıyanların böyle bir ayrımcılığa karşı çıkmalarını bekledim.
Alman Anayasası’nın “Yasa önünde eşitlik, ayırım yasağı” başlıklı Temel Haklar ile ilgili 3’üncü Maddesi’nin 3’üncü bendindeki “Cinsiyeti, soyu, ırkı, dili, yurdu ve kökeni, inancı, dini veya siyasi görüşleri dolayısıyla hiç kimse mağdur edilemez ve hiç kimseye imtiyaz tanınamaz” ilkesine sahip çıkılmasını bekledim.
Ama boşuna…
Bırakın politikacıları, hukukçuların bile sesi çıkmadı.
Aslında bu tutum Almanya’da hiç de yeni bir olgu değildir.
SPD’nin iktidarda olduğu Schleswig Holstein’da, Eyalet Parlamentosu 14 Şubat 1989 tarihinde, eyalette en az 5 yıldır yasal olarak yaşayan tüm yabancılara yerel seçimlere katılma hakkı verilmesini karara bağladı.
20 Şubat 1989’da da SPD ve Hür Demokrat Parti’nin (FDP) desteğiyle Hamburg Eyalet Parlamentosu en az 8 yıldır yasal olarak yaşayan tüm yabancılara yerel seçim hakkı verilmesini kararlaştırdı.
‘EGEMENLİK TÜMÜYLE HALKINDIR’
Tabii Hıristiyan Demokrat/Hıristiyan Sosyal Birlik Partileri (CDU/CSU) buna itiraz edip Federal Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.
Federal Anayasa Mahkemesi 31 Ekim 1990’da iki eyaletin kararını da “Almanya Federal Cumhuriyeti demokratik ve sosyal bir federe devlettir. Egemenlik tümüyle halkındır. Halk egemenliğini seçimler ve oylamalar aracılığıyla ve yasama, yürütme ve yargı yetkileriyle donanmış özel organlar eliyle kullanır” içerikli Alman Anayasası’nın 20’nci maddesiyle bağdaşmadığı gerekçesiyle iptal etti.
Almanya’nın en yüksek yargıçları, “Alman Anayasası’na göre ‘halk’ Almanlardan, Alman vatandaşlarından oluşuyor” görüşünü savundular.
Onlara göre, bu egemenlik haklarından ancak Alman vatandaşı olanların oluşturduğu ‘halk’ yararlanabilirdi.
1992 yılında imzalanan Maastricht Sözleşmesi ile karşılıklılık prensibi çerçevesinde Avrupa Birliği (AB) ülkeleri vatandaşlarına 3 aydan fazla yaşadıkları başka bir AB ülkesinde yerel seçimlere katılma hakkı verildi.
Hem seçme hem de seçilme hakkı.
Daha iki yıl öncesine kadar, “Alman Anayasası’ndaki ‘halk’ kavramı ile bağdaşmıyor” diye karşı çıkan Federal Anayasa Mahkemesi yargıçları birden suspus oluverdi.
Yani bir anda Almanların, Alman yargıçların, Alman politikacıların “halk” anlayışı değişiverdi.
İşte “Hıristiyanlar için ucuz elektrik” haberinden beri kendi kendime “Şayet Türkiye’de sadece Müslümanlara ucuza elektrik ve doğal gaz verilseydi, Alman medyası ve Alman politikacılar nasıl bir tutum sergilerlerdi?” diye sorup durdum.
Bunu düşünmek bile istemiyorum…
Günlerce, haftalarca manşetlere taşınırdı.
Önüne gelen bir yorumda bulunurdu.
Her partiden politikacılar, Türkiye’ye bindirirdi.
Türkiye’yi de Türkleri de yerden yere vururlardı.
Acaba yanlış mı düşünüyorum?
49 yıllık bir ‘Almanyalı’ olarak Alman medyasına, meslektaşlarıma ve Alman politikacılara haksızlık mı ediyorum?
Bunun yanıtını sağduyulu, dürüst Alman dostlardan bekliyorum.