Modanın kalbi Paris'te köle terziler

Güncelleme Tarihi:

Modanın kalbi Pariste köle terziler
Oluşturulma Tarihi: Şubat 20, 2010 11:22

ÖNCE şöyle bir düşünelim...Hayalimizde canlandıralım;Paris... Paris... kimbilir ne kadar güzelsin sen Paris.Geceleri ışıl ışıl. Gündüzleri,caddelerde filmlerde seyrettiğimiz şık kadınlar. Geceleri

ÖNCE şöyle bir düşünelim...Hayalimizde canlandıralım;

Paris... Paris... kimbilir ne kadar güzelsin sen Paris.


Geceleri ışıl ışıl. Gündüzleri,caddelerde filmlerde seyrettiğimiz şık kadınlar. Geceleri eğlence ve seks. Hele Eyfel kulesi. Göreceğiz hepsini. Yaşayacağız Paris gecelerini.


- Eyfel kulesinin altında birlikte bir resim çektiririz değil mi ?


Haberin Devamı

Melih, çok heyecanlıydı. Yerinde duramıyordu.


- Şu ilanı bir kez daha okusana.


Necdet, cebinde taşımaktan kenarları hamura dönüşmüş tel tel olmuş gazeteyi açtı. İlanı dikkatle okudu.


- Dünya'nın moda merkezi Paris'te çalışacak kabiliyetli terziler aranıyor. Ücret dolgundur.

Melih, iddialı konuştu;


- Terzilikte bizimle kimse başa çıkamaz. Ustayız biz usta. İlandaki telefon numarasına telefon edelim.

Postanedeki telefon kabinin önündeki kuyrukta uzun bir süre bekledikten sonra sıra onlara geldi. Necdet numarayı bankonun arkasındaki memura vermişti. Memur,seslendi,


- İstanbulkonuşması bağlandı. Bir numaralı kabin.


İki arkadaş telefon kabinine girdiler. Kabin, nikotin ve küf kokuyordu. Raftaki sigara tablası da ağzına kadar sigara izmariti doluydu.


Bir kadın sesi cevap verdi.


- Dünya turizm.

- Biz çok iyi terziyiz. İlanınızı okuduk. Paris'e gitmek istiyoruz. Bu iş garantili mi ?


- Garantili ne demek. Biz çok ciddi çalışan bir firmayız. Sadece küçük bir komisyon alıyoruz. Bunun dışında tüm masraflar size ait.
-Yol paraları ?

- Yol paraları da size ait. En geç iki gün içinde büromuzda olmanız lazım. Paris'teki firma bizden acele terzi bekliyor.


Necdet adresi aldı. Telefonu kapadı.


Düşünceliydi. Kadının konuşma tarzından da hoşlanmamıştı. Sekreter kız konuşurken ağzında ciklet çiğniyordu.


- Kadın yol paralarını bizim ödeyeceğimizi söyledi. Bu parayı nasıl bulacağız.

Melih'in heyecanı karamsarlığa dönüşmüştü ama daha ilk adımda mağlubiyeti kabul etmek istemiyordu.

Haberin Devamı

- Borç alırız. Karımın bilezikleri falan var. Satarız. Nasıl olsa orada para kazanacağız. Daha olmazsa tefeci Rasim'e gideriz. Acele edelim.

Önce tefeci Rasim'e gittiler. Tefecinin bürosu tenhaydı. İçeriden sesler geliyordu.


-
-Rasim abi... Ayaklarının altını öpeyim. Ne olur icraya verme. Çoluğum çocuğum var. Bu sene biliyorsun kuraklık oldu. Mahsul olmadı. Biz bu parayı er geç öderiz.

Rasim öfkeyle bağırıyordu.


- Bunu zamanında düşünseydin. Ben paramı isterim. Ödemezsen evleri,tarlaları satarım. İpotek bende.

Adamın yalvarması para etmedi. Kapıyı vurup çıktı. Yüzü sararmış, dudakları titriyordu. Çaresizliği her halinden belli oluyordu.


* * *


RASİM
karlı müşteriyi odasına girdiğinde anlardı. Melih ve Necdet'in iyi bir av olduğunu hemen anladı. Onları güler yüzle karşıladı. Sanki, demin öfkeyle bağıran adam o değildi. Önündeki çay bardağını kaşıkla gürültülü bir şekilde karıştırdı. Bir yudum aldı. Çayı yutarken gırtlağından 'gırk'diye bir ses çıktı. Kısa konuştu.


- Arkadaşlar size güvenim tamdır. Ama bizim işin gereği ipotek isterim. Aylık yüzde yedi faiz isterim.

Aceleleri olduğu için anlaştılar. Melih, babasından kalan evi , Necdet de terzi dükkanı ipotek edecekti. Necdet dışarı çıktıktan sonra sordu.


- Yahu bu adam ayda yüzde yedi faiz dedi. Bunun yıllık faizi yüzde 84 eder. Çok değil mi.

- Aldırma. Nasıl olsa kısa sürede para kazanmaya başlayacağız. Seneye kalmadan, iki üç ayda parayı öderiz. Ben evi ipotek ettiğimi karıma söylemem. Sen de söyleme.


İpotek işlemleri tamamladı. Rasim,on bin doları verdi. Onlara iyi yolculuklar diledi. Arkasını döndü öteki odaya geçti.


* * *


İSTANBUL'
da Almanya'ya işçi götüren otobüs yazıhanelerinin, tercüme bürolarının, iş ve işçi bulma kurumunun bulunduğu Tophane'deki büroyu buldular. Büro hiç gözlerini tutmadı. Giren çıkan belli değildi. Köşedeki masada şişman bir kadın oturuyordu. Ciklet çiğniyordu. Melih bizim konuştuğumuz kadın bu olmalı diye düşündü ona doğru yürüdü.

Haberin Devamı

Kadın hemen emirler vermeye başladı:


-
Pasaportlarını verin. Yol parası ve vize masrafları için bin beşyüz, bizim komisyonumuz da beşyüz dolar. Toplam, iki bin dolar ödeyeceksiniz.

Parayı, pasaportlarını verdiler. Kadın onlara tam okuyamadıkları bir sürü kağıtlar imzalattı. Sonra, yapacaklarını anlattı.


-
- Biliyorsunuz vize almak çok zor. Ama, biz özel ilişkilerimiz sayesinde size vize alacağız. Bunun için de bize bağlı bir derneğimizin folklor ekibi olarak sizleri gösteriyoruz. Sorarlarsa, biz folklorcuyuz diyeceksiniz.

Melih saf,saf sordu;


- İyi ama biz hiç folklor oynamadık ki ?

Kadın sinirlendi,


- Size iyi bir gelecek kapısı açıyoruz. Bu kadar zahmete de katlanın. Para kazanacaksınız. Siz bir kere Fransa'ya girin. Ondan sonra çalışma oturma iznini almak kolay.

Necdet kadını yatıştırmak için gülerek konuştu,


- Folklor dediğin ne ki ? Zıplarız, bir ileri, iki geri.

Eliyle arkadaşının omuzuna vurdu.


-
- Tamam mı bizim işimiz.

Kadın paraları çantasına yerleştirirken, umursamaz bir tavırla konuşmasını sürdürdü;


- Yarın, saat dörtte gelin.

O gece ikisini de uyku tutmadı.


İkisi de bir kumar oynadıklarının farkındaydılar.


Ama zarları atmışlardı bir kere. Sanki büyülenmiş gibiydiler. Sihirli bir el onları bir yerlere sürüklüyordu.


Bu yolculuktan vazgeçmek akıllarına gelmiyordu. Hırs basmıştı.


* * *


TAM
saatinde büroda oldular.

Haberin Devamı

Kadının oturduğu masada iri yarı bir adam oturuyordu. Bu adam hem büronun sahibi, hem de Tophane'nin sayılı bitirimlerinden Arap yaşar idi. Sert bir sesle konuştu;


-Arkadaş sizin iş vizeye takıldı. Durumu güç kurtardım. Şimdi bana 750 dolar daha vereceksiniz.

Necdet ile Melih sessizce bir birlerine baktılar. Çaresizlikleri, bir kapana kısıldıkları yüzlerinden okunuyordu.


Necdet kısık bir sesle,


- Abi iyi diyorsun ama böyle konuşmamıştık,diyecek oldu.


Adam hırsla ayağa kalktı ,


- Eee... sizle mi uğraşacağım. Yeter be... paranızı da, Pasaportunuzu da alamazsınız. Gidin mahkemeye.

İtiraz etmeden paraları verdiler. Adam, pasaportları masanın üzerine fırlattı ve hızla bürodan çıktı.


* * *


GECE sabaha karşı, Paris'in Orly havalanında uçaktan indiler.


Pasaport polisi pasaportlarını iyice inceledi. Telefon açtı bir yerlere bir şeyler sordu. Onları ayrı bir bölüme aldılar. 12 kişiydiler. Diğerleri de Anadolu'nun çeşitli kentlerinden gelmiş terzilerdi. Ama o anda hepsi folklor ekibi olmuşlardı. Polislere de öyle söylediler. İki saate yakın beklediler.


Sonra giriş izni verildi.


Gümrükten çıktıktan sonra, yolcularını bekleyen kalabalık arasında elinde ' TERZİLER'yazısı bulunan kartonu havaya kaldıran birini gördüler.


Ona doğru yaklaştılar. Adam.


- Terzi misiniz ? Abiler hoş geldiniz. Benim adım Mehmet Ali.

Dışarıda bekleyen, boyası dökülmüş bir minibüse bindiler. Mehmet Ali direksiyona geçti. Minibüs hareket etti. Karanlık sokaklarda bir saate yakın yol aldılar. Minibüs, dar bir sokaktaki yıkık bir evin önünde durdu.


Mehmet Ali, yatacakları odaları gösterdi. Binada tek tuvalet, tek mutfak vardı. Neyse ki tuvalet alaturka tuvaletti. Banyodaki, su ısıtıcısı ise odunla çalışıyordu. Bir köşeye odunlar yığılmıştı.


Mehmet Ali,


-
Elinizi, yüzünüzü yıkayın. Gün ağarmadan sizleri atölyeye götüreceğim,dedi.


Melih'le Necdet birbirlerine bakıyorlardı. Yorgun ve uykusuzdular. Avrupa'nın ortasında Paris'e gelmişler yıkık bir eve yerleşmişlerdi. Evin kocaman bir demir kapısı vardı. Mehmet Ali binaya her giriş çıkışta bu kapıyı kilitliyordu. İçlerinde endişe dolu bir ürperti vardı. Geldik de iyi mi yaptık ? diye kendi kendilerini sorguluyorlardı.


* * *


ATÖLYE
büyük bir binanın bordum katındaydı. Rutubet ve küf kokuyordu.

Haberin Devamı

Yine kilitli demir kapılar açıldı. İçeri girdiler.


Futbol sahasını andırır salonda dikiş makineleri, overlok'lar top halinde kumaş yığınları, kesim için uzun masalar vardı.


Patronun sağ kolu olduğunu öğrendikleri Mustafa konuştu:


- Arkadaşlar hoş geldiniz. Patronumuz Mösyö Jak sizlere bir kıyak yaptı ve buraya getirtti. Şimdi ben elimizdeki siparişlere göre yapacağınız işleri söyleyeceğim. Biliyorsunuz parça başı çalışacaksınız. Yaptığınız iş kadar para alacaksınız. Ne kadar çok iş, o kadar çok para.

Eliyle bir masanın üstüne oturmuş, ayaklarını sallayan adamı işaret etti.


-Şimdi Mösyö Jak konuşacak,dedi.


Mösyö jak altmış yaşlarında, uzun boylu küt burunlu,küçük gözlü, çatık kaşlı , tilki suratlı biriydi. Kısa konuştu:


- Sizler buraya üçer aylık vizeyle geldiniz. Bu konuda endişelenmeyin. Yakın bir gelecekte sizlere oturma ve çalışma izni alacağım.

Durmadan çalışmaya başladılar. Sabah gün ağarmadan Mehmet Ali gelip onları alıyor, gece yarısına doğru tekrar geri getiriyordu. Evde kalorifer vardı ama ısıtmıyordu. Gece uyurken çok üşüyorlardı. İkisi de zayıflamıştı. Melih'in dudaklarında uçuk çıkmıştı. Bir türlü gitmek bilmiyordu. Necdet'in gözleri kan çanağı gibiydi.


* * *


ÜÇ AY
göz açıp kapayınca kadar geçmişti. Vizeleri bitmişti. Artık kaçak çalışıyorlardı.

Haberin Devamı

Mustafa, sürekli onları uyarıyordu;


- Şu anda kaçak durumdasınız. Bu nedenle ortalıkta görünmeyin. Sokaklarda gezinmeyin. Aman dikkat edin. Yakalarınsanız hemen sınır dışı ederler ayrıca cezası da var. Mösyö Jak, yüklü bir sipariş aldı. Bu siparişler bitmeden olay çıksın istemiyor.

- Sokakta gezecek halimiz mi var. Sabah atölyeye kapatıyorsunuz. Gece eve götürüyorsunuz. Ne pazarı ne cumartesi, ne pazar var.


Melih daha önemli olan bir konuyu açtı.Bize paralarımız tam olarak verilmiyor. Ayda yüz, iki yüz avans veriyorsunuz. Halbuki içeriden alacağımız her ay büyüyor. Biz iyi iş çıkartıyoruz. Paramızı istiyoruz.


Mustafa onların söylediklerini sanki duymuyor, aynı şeyleri tekrarlıyordu.


-Mösyö Jak siparişlerin bitmesini bekliyor. Siparişler bitince o zaman parayı toptan alacak, size olan tüm borcunu ödeyecek. Böylece paranız da kasada birikmiş oluyor.'Kaçak' lafı onları çok ürkütmüştü. Kapıdan çıkarken dahi sağa sola bakıyorlardı. Bir defasında sokakta polis arabası gördüler hızla içeri kaçtılar.



Pasaportları da Mösyö Jak'ta idi. Jak bir türlü paralarının büyük bölümünü ödemiyordu. Birbirleriyle dertleşiyorlardı.


- Bu iş hiç te iyi gitmiyor. Pasaportlar da ,alacağımız paralar da Mösyö Jak'ın elinde. Yani kaderimiz bu adama bağlı.Melih iç çekti.


- - Biliyor musun. Paris gibi medeniyetin göbeğinde köle gibi çalışıyoruz . Gibi değil, tam bir Köle...* * *DUVARAparalel uzanan kocaman barın üzerinde elinde içki şişesiyle bir cüce dolaşıyordu. Uzatılan boş bardaklara içki dolduruyordu. Sahneye önce şişman kadınlar çıktı. En zayıfı yüz kilonun üzerindeydi.


Bikini mayoları, yağ tulumunu andıran göbeklerinin altında ince bir çizgi görünüyordu. Bol pudralanmış memeleri karınlarına doğru un çuvalı gibi sarkmıştı. Hareketli müzikle dans ediyorlardı.


Müşteriler;


-Yeter be. Midemiz bulandı. Kadınlardan nefret edeceğiz,diye bağırıyorlardı.


Cüce, barda oturanların bardaklarını doldurmak için bir aşağı bir yukarı koşuşuyordu. Paris geceleri gemi azıya almış çılgınlıklara gebeydi.


Melih'le Necdet barın kenarında ayakta durmuşlar olan biteni şaşkınlıkla seyrediyorlardı.


Işıklar söndü.


Orkestra acayip sesler çıkarıyordu.


Birden ışıklar yandı.


Sahnede birbirinden güzel çıplak kızlar heykel gibi duruyordu. Sarışını,esmeri, kara derilisi, onlarca kız. Büyük bir alkış koptu. Kızlar dans etmeye başladılar.


Necdet ile Melih üç ay sonra, Paris'de ilk defa sokağa çıkmışlardı ve ilk defa Paris'e geldiklerini anlıyorlardı.


Çünkü, hayatlarında bu kadar güzel kızları çırılçıplak hiç görmemişlerdi.


* * *PARİS'de ki onbirinci ayları dolmuştu.


Bir gece önce, büyük siparişleri bitirmişlerdi. O gece diktikleri bütün giysiler kamyonlara yüklenip götürüldü. Atölye boşalmıştı.


Ertesi sabah yine erken saatlerde geldiler. Dikiş makinelerinin başına geçtiler. Birbirleriyle konuşuyorlardı.


- Patronun adamı Mustafa yok mu ? Bize kim iş verecek. Çaycı kadın bile ortalıkta yok.Şoför Mehmet Ali'nin de acayibine gitmişti.


- Hayret Mustafa yok. Hasta olmasın.Bu sırada demir kapı büyük bir gürültüyle açıldı. İçeri polisler doldu. Polislerin getirdiği üç köpek sürekli havlıyorlardı. Önüne gelene saldırmak istiyorlardı. Polis onları korkutup, sonra köpekleri geri çekiyordu. Sürekli bağıran polislerin ne söylediğini anlamıyorlardı ama biri Türkçe,


-Yere yatın ,diye seslendi.


Hepsi yere yattılar. Polisler ayaklarıyla boyunlarına sırtlarına basıp ellerine kelepçe geçirdiler. Sonra tek tek duvarın önüne dizdiler. Hepsinin üstlerini arıyor ceplerini boşaltıp masanın üstüne koyuyorlardı


Daha sonra da kollarına giren polislerle yukarı çıkıp polis arabalarına bindirildiler. Sokakta toplanan halk onları seyrediyordu.


Necdet öfkeyle söyleniyordu.


- Bir hayal uğruna, ne hallere düştük. Avrupa'sının da Paris'inin de hepsinin anasını...Polislerin itip kakması sırasında Melih'in uçukları patlamış dudağı kanıyordu. Emniyet müdürlüğünde saatlerce ifadeleri alındı. O geceyi, ertesi günü nezarethanede geçirdiler. Kaldıkları binadaki odalarını da polis aramıştı. Ceplerindeki tüm paralara el konmuştu. Necdet, küçük kızına aldığı oyuncak bebeği merak ediyordu. Bari onu verselerdi.


Polis tercümanı,


- Kaçak işçi olduğunuz için size para cezası da verildi. Çünkü savcı hapis yatmanızı istemedi. Sınır dışı edileceksiniz. Bu nedenle üzerinizde çıkan paralara el kondu. Bu gece sabaha karşı Türkiye'ye gönderileceksiniz.Gece yarısından sonra bir otobüsle havaalanına getirildiler. Oradaki nezarethaneye atıldılar. Yerlere oturmuşlar sırtlarını duvara dayamışlardı.


Necdet merakla sordu;


-Bizi kim ihbar etmiş olabilir ?Mehmet Ali cevap verdi.


- O jak denilen adamla Mustafa. Jak'ın poliste adamı varmış. Sizden önce Polonya'lı ve Macar terzilere de aynı numarayı yapmışlar. Paranızı sonra toptan veririz deyip,ödeme yapmıyorlar. Siparişleri bitirdikten sonra ihbar ediyorlar. Böylece, terzileri bedava çalıştırmış oluyorlar. Ama, bana bu numarayı neden yaptılar anlayamadım. Üstelik ben Mustafa'nın hemşehrisiyim. Paranın dini imanı yok...Melih kirli mendilini, dudağındaki yaraya bastırıyordu.


Tefeciye gittikleri ilk gün aklına geliyordu. Tefeci, parasını ödemeyen adama ne demişti.- Ben anlamam arkadaş parayı ödemezsen malını mülkünü satarım. İpotek bende.


Melih, dudağındaki kanlı mendili gözlerine götürdü. Yaşları sildi. Artık kendini tutamıyordu. Hıçkıra hıçkıra Ağlamaya başladı.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!