Güncelleme Tarihi:
OLAY, yaklaşık 2 yıl önce Baden-Württemberg eyaletine bağlı Schwarzwald-Baar bölgesinde bir ilkokulda yaşandı. O zamanlar 9 yaşında olan ve 3. sınıfa giden Türkiye kökenli bir kız öğrenci, teneffüste okul bahçesinde bir kız arkadaşıyla Türkçe konuştu. Diğer arkadaşlarının ihbar etmesi üzerine teneffüste görevli olan öğretmen Türkçe konuştuğu öğrencisine ceza verdi. Öğretmen, ceza olarak Türkiye kökenli öğrenciden resmi dilin Almanca olduğu ve neden Türkçe konuşmaması gerektiği yönünde yarım sayfa yazmasını istedi ve yazıyı dikte ettirdi. Ancak olayın basit bir ödev olmadığını ve Türkçe konuşmanın cezalandırıldığını öğrenen çocuğun annesi itiraz etti ve öğretmenle irtibata geçti. Çocuğunun, aynı zamanda kendisinin bir parçası olan ana dilini neden kullanamayacağını anlamlandıramadığını belirten anne, okul yönetimine öğretmeni şikâyet ederek cezalandırılmasını istedi.
OKUL ÖĞRETMENİ HAKLI BULDU
Ancak annenin şikâyetini değerlendiren Eyalet Okul Denetleme Kurumu yaklaşık iki yıl önce, ceza amaçlı verilen ‘ev ödevi’ni, “Okul yasası bağlamında pedagojik eğitimin bir parçası” olarak sınıflandırdı ve annenin itirazını geri çevirdi. Bunun üzerine aile Avukat Yalçın Tekinoğlu aracılığıyla okul idaresine ve Eyalet Eğitim Bakanlığı’na karşı dava açtı. Aradan iki yıl sonra Eyalet İdare Mahkemesi, “Öğrencinin genel kişisel haklarının, eğitim tedbirleri uygulama yetkisinden daha üstünde ve önemli” olduğu yönünde görüş belirtti. Yani, İdare Mahkemesi, okul idaresinin ve Eyalet Okul Denetleme Kurumu’nun, cezai uygulamayı ‘pedagojik eğitimin bir parçası’ olarak sınıflandırmasının, bu durumda geçerli olmadığı mütalaasında bulundu. Bunun üzerine Eğitim Müdürlüğü uzlaşma yoluna gitmeyi tercih etti ve aileyle irtibata geçti.
‘AİLE DÜRÜST VE ALÇAK GÖNÜLLÜ’
Avukat Tekinoğlu, “Mahkeme sizden yana görüş belirttiği halde neden uzlaşmaya gittiniz?” şeklindeki sorumuza şu cevabı verdi: “Bu ailenin ne kadar dürüst ve alçak gönüllü olduğunu gösteriyor. Çünkü biz iki yıl önce mahkemeye başvurduktan sonra okula ve eğitim müdürlüğüne uzlaşma teklif ettik. ‘Her iki taraf kendi mahkeme masrafını üstlensin ve siz de bu cezanın yanlış olduğunu kabul edin’ dedik. Ancak, kesinlikle haklı olduklarını ve öğretmenin verdiği cezanın yasalar çerçevesinde olduğunu belirterek teklifimiz kabul etmediler. İki yıl sonra İdare Mahkemesi Başkanı, öğrenciye verilen cezanın kesinlikle yasaya aykırı olduğunu belirterek Eğitim Bakanlığı’na uzlaşması yönünde tavsiye bulundu. Ancak, mahkeme tüm masrafları Eğitim Bakanlığı’nın üstlenmesi şartını koştu. Biz ise uzlaşma için Eğitim Bakanlığı’nın verilen cezanın yasal olmadığını kabul ettiğini kamuoyuna duyurması şartını koştuk. Aksi halde sanki, orta yol bulunmuş her iki taraf da haklıymış gibi algılanabilirdi. Eğitim Bakanlığı bunu kabul etmek zorunda kaldı ve iki yıl gecikmeyle verilen cezanın hata olduğunu kabullendi.”
‘DİLLER ARASINDA AYRIMCILIK MI OLUYOR...’
Avukat Yalçın Tekinoğlu, hukuki ihtilafın çözülmesine rağmen okul kurallarında farklı dillere eşit olmayan bir muamele olup olmadığının hâlâ açıklığa kavuşturulmadığını söyledi: “Burada, aslında ‘Konuşulan diller arasında bir ayrımcılık mı oluyor?’ bu sorunun da yanıtlanması gerekir. Yani çocuklar okul bahçesinde İngilizce veya Latince konuşuyorsa, bu sorun olarak görülmüyor, Türkçe veya Arapça konuşularsa cezaya tabi tutuluyor. Biz uzlaşmayla birlikte tazminat hakkımızdan feragat ettik ve şikâyetimizi geri çektik. Ancak bunun ayrımcılık olup olmadığı ve gerekirse öğretmenin disiplin cezası almasına yönelik Eğitim Müdürlüğü’nden beklentimiz hâlâ geçerlidir. Eğer bu konuda adım atılmazsa, gerekirse bu yönde de dava açabiliriz.”