Güncelleme Tarihi:
Anne Türk Baba Türk. Çocuklar Türkçe bilmiyor. Bir gariplik var bu işte. Nasıl oluyor, sebebi ne?
'Olamadı. Ağabey' diyor üç çocuğun annesi, “Çok darlanmıştık çocukların doğduğu yıllarda. Türkiye'de annem hastalandı. Bizim adam işten çıktı. Sonra ben hastalandım...”
Mazeretler sürüp gidiyor.Çocuklardan birine
-Babanın telefonunu şöyle dedim.
Türkçe söyleyemedi. Türkçe rakamları bilmiyor.
Almanca, Alman usulü tek, tek rakamları söyledi. (Türk usulünde telefon rakamları ikili, üçlü gruplar halinde söylenir.) Kadın Almanca bilmiyor. Çocuklar da Türkçe. Sıcak duyguları nasıl paylaşıyorlar. Dilsiz, duygu ve düşüncelerini karşısındakine nasıl aktarıyorlar.
-Nasıl anlaşıyorsunuz?
Kendi aralarında bir lisan oluşturmuşlar. Biraz Türkçe, biraz Almanca, herhalde biraz da dilsiz alfabesiyle. Yani işaretle. Neredeyse Anadolu'nun bir köyündeki gibi 'ıslıkla' haberleşecekler.
-Konuşun bakayım. Çocuğa de ki, 'Bugün okulda hangi dersleri yapacaksınız.' diye sor.
Üçü birden konuştular.
Çocuk okulla ilgili bir şeyler anlattı ama, sorunun cevabı olan derslerinden hiç bahsetmedi.
Sonra da hep birlikte gülüştüler.
LOTUS ÇİÇEĞİ
Bizim apartmanda Almanla evli Japon bir kadın oturuyor. Asansörde rastlaşırız. Onbir ve Onüç yaşlarında iki çocuğu var. Biri kız diğeri erkek. Melez güzelliğinde iki çocuk. Kadın, çocuklarıyla sürekli Japonca konuşuyor. Merak edip sordum:
-Sizin çocuklar Japonca'yı nerede öğrendiler.
Kadın: -Burada. Almanya'da öğrendiler.
-Japonya'ya hiç gitmediler mi?
-Hayır hiç gitmediler. Almanya'da doğdular, Almanya'da büyüdüler. Maddi durumumuz iyi değildi. 15 yıl sonra ilk defa bu yıl hep birlikte Japonya'ya gitmeyi düşünüyoruz.
-Japonca'yı çocuklarınıza nasıl öğrettiniz?
-Çocukların ana dillerini mutlaka öğrenmeleri gerekir. Çünkü ileride kişilik bozukluklarına yol açabilir. Ben ilk çocuğumu doğurmadan önce hazırlıklarımı yaptım. Kasetler kitaplar buldum. Çocuğa, hem japonca, hem de Almanca'yı nasıl öğreteceğimin planlarını yaptım. İstediğim gibi de oldu. Çocuklarım şimdi, Japonca ve Almanca'yı mükemmel konuşuyorlar. Okullarında da çok başarılılar.
-Bu çocukların yetişmesinde Japon geleneklerinin etkisi oldu mu?
-Elbette oldu. Çünkü ben de o gelenekler içinde yetiştim. O kültürle büyüdüm. Eğitim gördüm. Çocuklar çiçeklere benzerler. Sürekli ilgi ve bakım isterler. Eğer kendi başlarına bırakırsanız, tarladaki zararlı otlar gibi yetişirler. Japon gelenekleri de çocuklarımızı zararlı otlar gibi yetiştirmemizi, Lotus çiçeği gibi olmalarını emreder.
-Lotus (Bir çeşit Nilüfer) çiçeğinin ne özellikleri var?
-Lotus çiçeği bataklıkta, çamur içinde yetişmesine rağmen kirlenmez, temizliğini saflığını her zaman korur. Üzeri çamur tutmaz, ıslanmaz. Su damlaları bile yapraklarından kayıp gider. Üzerinde sinek, böcek, toz barındırmaz. Kendi kendini temizler. Doğanın mucizelerinden biridir. Ben de zaman, zaman lotus çiçeklerini inceledim. Üzerinde nokta büyüklüğünde dahi kirlilik yok. Güneş ışıklarının altında elmas gibi parlıyorlar. Bilim dünyası, bataklıklarda yetişen bu 'mucize çiçeklerin' saflık ve temizliğini korumasının sırrını araştırıyor. Ben de her anne gibi çocuklarımın Lotus çiçekleri gibi olmalarını istedim. Bunun için çaba harcadım. Onlar, yaşamlarında hiç kirlenmesinler. Pırıl pırıl kalsınlar. Kötülükleri, üzerlerinden atsınlar. Lotus çiçeklerini bilenler benim ne demek istediğimi daha da iyi anlarlar. Bu nedenle, ben çocuklar, 'Lotus çiçekleri gibi olmalı' diyorum. Sadece benimkiler değil, tüm dünya çocukların Lotus çiçekleri gibi yetiştirmeliyiz.