Güncelleme Tarihi:
Naziler olarak bilinen Nasyonal Sosyalistlerin çılgınlığının yol açtığı İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kent Doğu Berlin-Batı Berlin olarak ikiye ayrılmıştır.
Doğu Berlin 1949 yılında kurulan Demokratik Almanya Cumhuriyeti'nin başkenti olmuş ve Sovyetler Birliği'nin kontrolüne geçmiştir.
Batı Berlin'de ise “işgal kuvvetleri” veya “Müttefik kuvvetler” olarak bilinen ABD, İngiltere ve Fransızlar sözsahibi olmuştur.
1989 yılında “utanç duvarları”nın yıkılması üzerine iki Almanya'nın birleşmesi yolunu açan Birleşme Sözleşmesi'nin 29 Eylül 1990 tarihinde uygulamaya konmasıyla Berlin Birleşik Almanya'nın (Almanya Federal Cumhuriyeti) yeniden başkenti olmuştur.
Evet, Berlin Almanya'nın eski ve yeni başkentidir...
Ama Berlin aynı zamanda Almanya'nın “kültür başkentidir”...
Ancak “kültür başkenti” olmanın da bir bedeli vardır...
Berlin Senatosu her yıl Berlin'deki tiyatro, Opera ve orkestralara, daha doğrusu kültüre parasal destek vermektedir.
Çünkü kentteki tiyatrolar da, Konser Evleri de, Operalar da sattıkları biletlerle giderlerini karşılayamamaktadır.
Örneğin Komische Oper giderlerinin ancak yüzde 15'ini, Staatsoper de yüzde 22'sini bilet girdilerinden karşılayabilmektedir.
İşte bu yüzden Berlin Senotusu'nun yalnız 2010 yılında kültüre verdiği parasal destek 248.5 milyon Euro'yu bulmuştur.
Tabii kültür Berlin'e büyük ölçüde girdi de sağlamaktadır.
Son yıllardaki geceleme sayısı Berlin'de 20 milyonu aşmıştır.
Turizmden sadece vergi girdisi 1.3 milyar Euro'nun üzerindedir.
Yani kültüre yatırım körü körüne yapılan yatırım değildir.
Son dönemlerde Berlin'deki Deutsche Oper, kentte yaşayan Türk kökenlileri de “kültürel yaşama da kazandırmak”, tabii ayın zamanda da kazanmak için bir atılım başlatmıştır.
Deutsche Oper, önce Türk kökenli işverenlerin oluşturduğu bir grubu “Figaro'nun Düğünü”ne davet etti.
İtalyanca orijinal adı “Le nozze di Figaro” olan ve Wolfgang Amadeus Mozart tarafından bestelenmiş bu şahane eseri yıllarca önce izlemiş olmama rağmen, hem gözlerimi hem de kulaklarımı sahneden de dev orkestradan da hiç ayırmadan yeniden izledim.
Deutsche Oper birkaç hafta sonra da Türk kökenli sanatçılardan oluşan bir grubu konuk etti.
Bu kez sırada Otello vardı...
William Shakespeare'in Othello oyunundan uyarlanarak hazırlanan ve Giuseppe Verdi'nin bestelediği 4 perdelik Otello operasını izlerken Türk kökenli genç sanatçıların duygu dolu anlar yaşadığına tanık oldum.
Opera bittikten sonra Berlin'de Almanca yayın yapan bir radyonun genç muhabiri, mikrofonu uzatıp “Nasıl buldunuz?” diye sordu. Ardından da “Deutsche Oper'in bu girişimi sizce geç kalmış bir girişim değil midir?” diye sordu.
Verdi'nin en güzel eseri olarak kabul edilen Otello için verilecek tek yanıt ancak “harikaydı” olabilirdi.
Nitekim öyle dedim...
Geç kalınmış girişim sorusuna yanıtım ise şöyleydi:
Almanya'da yıllarca göçmen kökenlilerin, tabii Türklerin uyumu gözardı edildi. Daha doğrusu bu olgu görmezden gelindi.
Ancak son dönemlerde bu alanda önemli adımlar atılmış ve atılmaktadır, Bu da sevindiricidir.
Genç kadın muhabire Almanca “Besser spaet als nie” (Geç de olsa hiç olmamasından daha iyidir) özdeyişini hatırlattım.
Deutsche Oper'in attığı bu adımı Komische Oper de sürdürmek için harekete geçmiştir.
Hatta daha da ileri giderek...
Çünkü Komische Oper Türk kökenli sanat çevreleriyle irtibata geçerek bir oyun sahnelemeyi hedeflemektedir.
Evet, uyumdan sonra kültürel yaşama katılım alanında da önemli gelişmeler vardır.
Tabii bunun gerçekleşmesi için Berlinli Türklerin de bu katılıma aktif katkıda bulunması gerekmektedir.