Krizin bana faydası oldu

Güncelleme Tarihi:

Krizin bana faydası oldu
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 15, 2009 00:00

Londra’da Sofra, Özer ve Granita olmak üzere 15 restoranın sahibi Hüseyin Özer, ‘Kriz başladı, benim müşterim arttı. Artık yüksek gelir grubu da kaliteli ama pahalı olmayan restoranları tercih ediyor’ diyor.

Haberin Devamı

Başarılı insanlar hakkında genellikle anlatılan bir öykü vardır. Zeka ve
tutkuya odaklanmış bir öykü. Ama onunki müthiş bir yaşam öyküsü. Belki defalarca
yazıldı. Discovery Channel televizyonu yaşamını belgesel yaptı. Bu kişi
Londra’da Sofra, Özer ve Granita isimli
yaklaşık 300 kişinin çalıştığı toplam 15 restoranın sahibi 57 yaşındaki Hüseyin
Özer.


1975’te geldiği
Londra’da işe bulaşıkçı olarak başlamış. 1979’da üç masalı bir kebapçı açmış.
Bir süre sonra da k
ebap ve döner
yerine hemen herkesin damak tadına hitap edebilecek zarif Türk yemekleri yapmaya
başlamış.



Restoranlarında, devlet
ve işadamlarını, Lordlar ve Avam Kamarası üyeleriyle, Kraliyet ailesinden
konukları ağırlayan Özer artık başarılı, tanınmış bir işadamı. Bu başarının
altında yatan sır bence yaptığını bir sanat olarak görmesi ve uygulaması. Türk
yemeklerinin özünü kaybetmeden değişmek zorunda olduğunu söylüyor ve buna
öncülük ediyor. İnsan sağlığı için yemeğin de sağlıklı olması gerektiğinde ısrar
eden Özer, diyetisyenlerle birlikte lezzetli yemekler
geliştiriyor.



Hüseyin Özer ile
Londra’da Regent Street üzerindeki Özer Restoran’da buluştum. Duvarları
kırmızıya boyalı orta büyüklükte. Giriş bölümü bar. Müşterilerin hemen hemen
hepsi İngiliz. Günlerden pazartesi. Bar bölümü masaların boşalmasını
bekleyenlerle dolu.



Hüseyin Özer'e
gelince... Dik kıvırcık saçlı, Mao yaka diye adlandırılan beyaz gömlek, şık
takımı ile farklılığın altını çiziyor. Konuşkan ve güleryüzlü. Bana göre hem tip
hem de yaptıkları açısından Fransız düşünür Voltaire’ye benziyor. Voltaire,
düşünce hayatında reformlara yol açmış, Özer de Türk mutfağında önemli reformlar
yapmış.



Ona gastronomi
sektörünü, Türk yemeklerini, krizin yansımasını soruyorum.



Özer, ‚Bana göre yemeğin ülkesi yoktur, coğrafyası
vardır, o coğrafyada ne yetişiyorsa, o ülkenin yemek kültürüne yansımıştır. Türk
yemek kültüründeki zenginlik, coğrafyasındaki zenginliğin bir yansımasıdır. Türk
mutfağında daha sağlıklı, yeni, farklı lezzetler keşfedilmeli. Ben debunu uygulamaya çalışıyorum’ diyor.



‚Krizin bana faydası oldu. Kriz benim için kendi kendine fırsata dönüştü’
diyen Özer, onu da şöyle açıklıyor. ‚Ben sağlıklı yemeği makul fiyata satıyorum.
Kriz öncesi lüks adı altında başka yerlerde yemeğe çok para ödeyen yüksek gelir
grubu bana akın ediyor. Birçoğu devamlı müşterilerimıye eklendi’ diye konuşuyor.





Kılı kırk yaran
ünlü Michelin Guide tarafından restoranları tavsiye edilen Hüseyin Özer,
Tokat’ın Reşadiye kazasına bağlı bir köyde doğmuş. Sefalet içinde geçen bir
çocukluk, gençlikten
şimdi hafta
sonları ata binen, tilki avına çıkan polo, tenis oynayan, kusursuz İngilizce
konuşan, özel hoca tutup sanat tarihi dersi alan, konferans için üniversitelere
davet edilen Hüseyin Özer’in öyküsü
aslında bir masal gibi…



Hüseyin Özer ile
köydeki çobanlığını, çocukluk ve gençliğinde yaşadığı sefaleti ama
kararlılığını, Ankara’daki sefalet yıllarında komünistliğine heveslenmesini ama
olamayışını, köyündeki Şerafettin dayısını, arzuhalciye dönemin Başbakanı
Süleyman Demirel'e yazdırdığı mektuba gelen cevaba üzülmesini, ünlü Times
Gazetesi'nde dönemin başyazarı Matthew Paris'in Türk mutfağını küçümseyen
yazısını tekzip eden bir yazı yayınlatmasını, gençliğinde ona arkadaşlarının
sosyetik Hüseyin demelerini ve daha birçok konuyu konuştuk. Bunların hepsi yazı
konusu.



Okuyamamanın acısını da
üzerinden hiçbir zaman atamayan Özer, birçok öğrenciye burs sağlıyor. Bu konuda
ise kelime konuşmuyor. İbadet nasıl gösteriş için yapılmazsa bu da öyle bir şey
diyor.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!