Kral da isyan etti

Güncelleme Tarihi:

Kral da isyan etti
Oluşturulma Tarihi: Aralık 21, 2020 09:32

Babası, o daha 9 aylık bebekken bir uçak kazasında yaşamını yitirdiği için dedesinin ölümünden hemen sonra 1973 yılında tahta çıkan İsveç Kralı XVI. Carl Gustaf, hükümetin ‘sürü bağışıklığı’ yoluyla koronavirüsle mücadele politikasına isyan etti. 

Haberin Devamı

Kral da isyan etti
Stefan Lötven’in başbakanlığındaki İsveç hükümetinin ‘sürü bağışıklığı’ stratejisine ateş püsküren Kral Carl Gustaf, bir televizyon kanalına verdiği demecinde, “Başarısız olduğumuzu düşünüyorum. Ölen çok sayıda insanımız var ve bu korkunç bir şey. İsveç halkı zor koşullarda büyük acılar yaşadı. Hayatını kaybeden aile fertlerine veda edemeyen insanları düşünün. Bence sıcak bir veda bile edememek ağır ve travmatik bir deneyim” dedi.
Kral’ın beklenmedik bu tutumu herkesi şaşırttı.
Zira bu hiç de alışılmış bir durum değil.
Çünkü İsveç Anayasası’na göre Kral, aktif politikaya karışmaz.
Konumu da makamı da semboliktir.
Ama belli ki, ‘yurttaş Kral Carl Gustaf’ da alınmayan önlemlere daha fazla dayanamayıp isyan etti.
Çünkü Stefan Lötven hükümeti, baştan itibaren İngiltere’de de olduğu gibi, ‘sürü bağışıklığı’ stratejisini tercih etti.
Okullar, yuvalar, barlar, restoranlar, kafeler, sinemalar, tiyatrolar kapatılmadı.
Alışveriş merkezleri açık tutuldu.
Ülke sınırları da öyle.
Herkes alışılagelmiş günlük yaşamına devam etti.
Ölü sayısının büyük ölçüde artması üzerine, hükümet yaz aylarında birtakım kısıtlamalar getirdi, ama 10.2 milyon nüfuslu İsveç’te şimdiye kadar 367 bin kişi COVID-19’a yakalandı.
7 bin 993 kişi de yaşamını yitirdi.
İşte bu durum da İsveç Kralı’nı isyan ettirdi.
Aslında haksız da sayılmaz.
Nitekim İsveç Başbakanı Stefan Lofven de Kral’a hak verdi.
“Elbette bu kadar çok kişinin öldüğü gerçeği başarısızlıktan başka bir şey olarak değerlendirilemez” diyerek, hükümetin stratejisinin hatalı olduğunu itiraf etti.
*
Aslında diğer İskandinav ülkeleriyle kıyaslandığında, İsveç hükümetinin koronavirüsle mücadele politikasının yanlış, hem de çok yanlış olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
COVID-19 vakaları ortaya çıktığı anda Finlandiya sıkı önlemler aldı.
Okullar, yuvalar, mağazalar, kısa bir süre sonra da lokantalar, kafeler, barlar, diskotekler, sinemalar, tiyatrolar 2 ay süreyle kapatıldı.
Ülke içinde seyahatler bile yasaklandı.
Yurt dışından gelenlere karantina zorunluğu getirildi.
Bu sayede 5 milyon 518 bin nüfuslu Finlandiya’da COVID-19’a yakalananların sayısı 32 bin 682’de, yaşamını yitirenlerin sayısı da 489’da kaldı.
5 milyon 368 bin nüfuslu Norveç’te de benzer sıkı önlemler sayesinde vaka sayısı 43 binde kalırken, 404 kişi yaşamını yitirdi.
5 milyon 806 bin nüfuslu Danimarka’da ise hükümet, mart ayında aldığı okulları, yuvaları, mağazaları kapatma kararını nisan ayı ortalarında yumuşattı.
Ancak COVID-19’a yakalananların ve ölenlerin sayısı büyük ölçüde artmaya başlayınca, eylül ayında yeniden sıkı önlemleri hayata geçirdi.
Ama yine de vaka sayısı 128 bin 321’i, ölü sayısı da bin 7’yi buldu.
*
Burada dikkati çeken başka bir olgu daha var.
İsveç’in komşu ülkeleri Finlandiya’da bu kararı, ülkenin gelmiş geçmiş en genç Başbakanı Sanna Mirella Marin, Norveç’in kadın Başbakanı Erna Solberg ve diğer İskandinav ülkesi Danimarka’nın kadın Başbakanı Mette Frederiksen aldı.
Bu da kadın politikacıların daha duyarlı, daha kararlı ve daha başarılı olduklarını gösteriyor.
Nitekim geçen yıl aralık ayında Sanna Mirella Marin göreve başladıktan kısa bir süre sonra, 8 Ocak 2020 tarihli Hürriyet’te ‘Dünyayı kadınlar değiştirecek’ başlıklı bir yazı yazmıştım.
Gerçekten de öyle.
Aynı şey Almanya’nın 2005 yılından beri başbakanlığını yapan Angela Merkel için de geçerlidir.
Her ne kadar ülkedeki federatif sistem nedeniyle bazı eyalet başbakanlarına zaman zaman sözünü geçiremese de.
Tabii COVID-19’a karşı mücadelede başarılı bir sınav veren Yeni Zelanda’nın kadın Başbakanı Jacinda Ardern, Tayland’ın kadın Başbakanı Su Tseng-chang ve diğer kadın politikacılar da unutulmamalıdır.

 

 

BAKMADAN GEÇME!