Güncelleme Tarihi:
PORTEKİZ gezime Lizbon’dan başladım ve ilk öğrendiğim şey ise şehrin en büyük mezarlığın isminin ‘Cemiterio dos Prazeres - Zevkler Mezarlığı’ olmasıydı. Lizbon son yılların en trend şehirlerinin başında geliyor. Modonna’nın Lizbon’a taşınmasının etkisinin yanında Hollywood’un ünlülerinin de şehirde ev satın alması bunun en güzel örneği. Lizbon’da gerçekten yok yok... Hem modern hem de tarihi dokusunun yanısıra enerjisi ve kırmızı kiremitli damlarıyla çok güzel bir şehir. İnsanları çok sıcakkanlı ve cana yakın...
Lizbon Katedrali’nin bulunduğu bölge şehrin turistik açıdan merkezi. Şehrin atmosferini gerçek anlamda yaşamak isteyenler için Lizbon’un ‘28 Numaralı Tramvayı’na binmek şart. Santa Justa Asansörü yani yerel ismiyle Carmo Lift’te binip şehir merkezinden yani diğer bir adıyla Baxio Bölgesi’den, Bairro Alto Bölgesi’ne de mutlaka gidilmeli. Burası bir taraftan modern kafeler, barlar ve restoranları ile insanı büyülerken diğer taraftan da etkileyici tarihi dokusu ve daracık sokaklarıyla dümdüz sahile kadar gidiyor. Yol boyunca küçük sanat galerileri, marketler ve çeşitli dükkanlar görmeniz mümkün.
TÜRKLERE ÇOK BENZİYORLAR
Portekizliler hem kültürel hem de fiziksel olarak Türklere çok benziyor. Bu nedenle olsa gerek gezim boyunca hiç turist muamelesi görmediğim ender ülkelerden oldu. Lizbon’un simgesel yapılarını da barındıran Belem Bölgesi’ne gidip Belem Kulesi’ni görmek de gerek. Torre de Belem yani Belem Kulesi şehrin en batısında Tejo Nehri ile Atlas Okyanusu’nun birleştiği suların yanında yer alıyor. Bu kule Vasco da Gama anısına 16. yüzyılda yaptırılmış. Sahip olduğu zarif gotik mimarisini günümüze kadar sürdürebilmiş.
HZ. İSA ANITI VE ALMADA
Lizbon’da Tejo nehrinin karşı kıyısındaki Almada şehrine de mutlaka uğramanızı tavsiye ederim. Lizbon’nun diğer bir simgesi sayılan 110 metre yüksekliğindeki Cristo-Rei Statue yani Hz. İsa Anıtı bu yakada. Bu heykelin üzerindeki 200 metre yükseklikteki platform ise 360 derecelik manzarasıyla bütün Lizbon’u ayaklarınızın altına seriyor. 25 Nisan Köprüsü’nün ve şehrin manzarası gerçekten muhteşem. Bu Bölgeye gelmişken daha sonra gemiyle, Cacilhas’a geçmenizi öneririm. Burada nehir kıyısında birbirinden güzel balık lokantaları ve 15 km boyunca ince kumuyla hala bozulmamış Costa da Caparica plajı var.
ROMANTİZMİN TAVAN YAPTIĞI ŞEHİR; SINTRA
Unesco Dünya Miras Listesinde olan Sintra, Lizbon’a trenle sadece 40 dakikalık bir mesafede ve mutlaka ama mutlaka görülmeli. Sintra şehir merkezi ve çevresindeki masal tadında saray ve bahçeleriyle ziyaretçilerine kartpostallık bir seyir sunuyor... Sintra’daki gezinize tarihi merkezden başlayabilir ve ilk olarak Palácio da Vila Sarayını gezebilirsiniz. Sintra’nın zaten yürüyerek birkaç adım olan dar sokaklarında dolaştıktan sonra Regaleira Sarayını da gezmelisiniz. Bu saray 19. Yüzyıl’da inşa edilmiş olup bugün otel olarak kullanılıyor.
PORTEKİZ’DEKİ VENEDİK
Lizbon’a 250, Porto’ya 75 kilometre uzaklıktaki Aveiro, Vouga nehrinin Atlantik’e döküldüğü yerde kurulmuş. Şehirdeki bir çok kanal Moliceiro adı verilen gondol tipi teknelerle küçük bir Venedik’i anımsatıyor. Ayrıca hayatımda hiç görmediğim kadar leyleği bu bölgede gördüm. Şehre giriş ve çıkış yollarında evlerin damlarında veya hemen hemen bütün elektrik direklerinin üzerinde yuva yapmış leylekler bu bölgeye ayrı bir hava katıyor. Aveiro ayrıca Portekiz’in seramik ve porselen alanındaki en önemli bölgesi. Konuyla ilgilenenler için çok güzel bir müzesi ve günlük veya birkaç saatlik kursları var. Lizbon’dan Porto’ya giderken mutlaka uğramanız gereken yerlerden biri de güneyindeki Alentejo’dur. Alentejo, Tejo nehrinin ötesi demektir. Portekiz’de fıkraların çoğu bu bölgenin insanları için anlatılır. Yollar dümdüzdür ve gözünüzün alabildiğine ayçiçeği tarlaları eşliğine yolculuk edersiniz. Yukarı Alentejo’da yer alan Roma çağından kalma Evora ise Unesco Dünya Mirası listesinde ve bu nedenle çok iyi korunmuş. Diana tapınağı ve beyaza boyanmış evleri, daracık sokaklarıyla çok güzel küçük bir şehir.
KULEDEKİ MUHTEŞEM PORTO
Köprüleri, şarabı ve Portekiz’in en yüksek kulesi Clerigos ile ünlü şehir Porto, Douro nehrinin okyanusa açıldığı yerde kurulmuş ve anlamı ‘liman’ demek. Porto şarabını mutlaka duymuşsunuzdur. Douro bölgesinde üretiliyor dünyaya gönderiliyor. Porto’da en azından Avenida dos Aliados ve yakınındaki ünlü São Bento tren istasyonu ile şehrin en önemli katedrali olan Sé’yi gezmelisiniz. Benim gibi fotoğraf çekme meraklıları için 1. Luis Köprüsü’nün üzerinden ve karşı kıyıdan Porto şehrinin en güzel fotoğraflarını çekebilirsiniz. Daha sonra şehir merkezine yakın olan Portekiz’in en yüksek kulesine yani Clerigos’a gidip 240 basamağı çıkarsanız kulenin tepesinden muhteşem Porto’yu görürsünüz.
SÖRF CENNETİ NAZARE
Lizbon’un kuzeyinde 125 km mesafedeki Nazare, çok şirin bir balıkçı kasabası. Fakat son yıllarda buranın popülaritesini arttıran sörf sporu olmuş. 2011 yılında Hawaiili sörfçü Garrett McNamara’nın 23,8 metrelik dalgada sörf yaparak rekor kırmasıyla Nazare, sörfçülerin yeni Hawaii’si konumunda. Kasım ve şubat ayları arasında dünyanın en ünlü sörfçüleri burada buluşuyor. Şehrin üzerindeki küçük köyden buranın manzarası mükemmel. Sanki uçaktan aşağı bakıyormuşsunuz hissine kapılıyorsunuz. Ayrıca burada çok eski ve tarihi bir kilise ve manastır var.
AVRUPA’NIN ÇIKMAZ SOKAĞI
Sıcak Akdeniz iklimi, nefis plajları, birbirinden ilginç kasabaları ve tarihiyle Algavre, Portekiz’in en güzel bölgelerinden. Hem Atlas Okyanusu hem de Akdeniz’e kıyısı olan şanslı bir bölge. 5 bin kilometre kare alana sahip Algarve yaklaşık 155 km’lik bir sahil şeridine sahip. Yüksek tepelerin eteklerindeki ünlü plajlarının yanı sıra yel değirmenleri, geleneksel bembeyaz köyleri ile muhteşem bir ahenk var bu bölgede. Faro bu bölgenin başkenti. Portakal bahçeleri ve kırmızı kumtaşı kalesiyle meşhur olan Silves ile Rönesans anıtları, köprüleri ve kaleleri ile çok zarif bir kasaba Tavira da bu bölgede. Avrupa’nın bittiği Sagres Burnu da gezilmesi gereken bir yer; Sagres Avrupa kıtasının en güney batı noktası. Sagres’te 70 metre yüksekliğindeki Aziz Vincent Burnu‘na (Cabo de São Vicente) çıkdığınızda Avrupa’nın çıkmaz sokağına gelmiş oluyorsunuz ama bu bölgede yaşayanlar buraya bir çıkmaz sokak gözüyle değil tam tersine dünyaya açılan bir kapı gözüyle bakıyor. Küçük dar sokakları, birbirinden güzel rengarenk çiçekli hoş kafeleri ve geceleri eğlence hayatıyla görülmeye ve kalınmaya değer bir yer. Lagos hem Endülüs Emevi hem de Portekiz’in izlerini bir arada taşıyor. Hareket istiyorsanız sahil barları ile dolup taşan Meia Praia’ya; kafa dinlemek ve manzara istiyorsanız Ponta da Piedade Tepeleri’ni tavsiye ediyorum.
FATİMA VE ÜÇ ÇOBANIN HİKAYESİ
FATİMA, Lizbon’un kuzeyinde, Porto otoyolu üzerinde 125 km mesafede küçük bir kasaba. Hıristiyanlar için çok önemli bir ibadet yeri olan Fatima, bugünkü konumuna 1917 yılındaki bir olay sayesinde gelmiş. 13 Mayıs 1917 tarihinde Meryem, 3 küçük çobana görünmüş ve aynı yılın ekim ayına kadar her ayın 13 ünde yeniden ortaya çıkmıştır. 13 Ekim 1917 de 70 bin kişinin önünde aynı şey gerçekleşince bu tarihten sonra Fatima bir inanç merkezi olarak ünlenmiş ve bugün milyonların ziyaret ettiği bir inanç merkezi halinde. Fatima’yı bugüne kadar tam 5 papa ziyaret etmiş ve 13 Mayıs 2017’de Meryem’in görünmesinin 100. yılı dolayısıyla da son olarak Papa Francisco kente gelmiş.
Bu dönemde binlerce portekizli evlerinden çıkıp yaya olarak Fatima’ya gelip Meryem’e olan sevgilerini gösteriyor. Buradaki çoğu kız çocuğunun ismi de Fatima. Oldukça ilginç tarihi öyküsü var kısaca; ünlü bir şövalye Müslüman bir kıza aşık olur, kızın adıda Fatima’dır yani aslında şehrin isim anası ama aşkları hazin bir sonla noktalanır Fatima ölür ve şövalye bir daha hiç evlenmez.
PORTEKİZ TAHTINDAKİ CESET
Portekiz gezimde bu kez en büyük şansım gerçek bir vatansever olan Portekizli tur rehberim oldu; bu sayede Portekiz hakkında şimdiye kadar hiç duymadığım bilgiler edindim... En dikkatimi çekense Ines de Castro - Portekiz tahtındaki ceset oldu. Portekiz Kralı Petro kral olmadan önce İnes de Castro ile büyük bir aşk yaşamış çocukları olmuş. Fakat o zamanın soyluları ve Başpiskopos’u tarafından evlenmelerine hiçbir zaman izin verilmemiş. Uzun yıllar metres hayatı yaşamışlar, gizlice evlenmelerinden korkan soylular ise hain bir planla Petro ava çıktığı sırada İnes’i öldürür... Petro’nun kral olduktan sonra attığı ilk adım Ines’in katillerini cezalandırmak olur. Üç katilden biri Petro’nun intikamından korkup hızla İngiltere’ye kaçar, diğer ikisi de Pedro’nun bu yüzden daha sonra zalim lakabı alacağı inanılmaz işkencelerle kalbleri koparılarak öldürülür. Bu yüzden Kral Petro’ya ‘Zalim Petro’ lakabı takılır ama halk Petro’nun intikam arzusunu tamamen onaylar.
TAHTTAKİ CESET, KRALİÇE İLAN EDİLİR
Pedro, Papa’dan öldürülen metresinin çocuklarını meşrulaştırmasını ister. Papa İnes’in hiç bir zaman kraliçe olmadığını söyleyerek bu isteği reddedince Pedro, 1360 yılında belki de tarihte eşi benzeri olmayan bir adım atar. Santa Clara manastırından Ines de Castro’nun cesedini çıkarır. İki taht kurdurur ve Portekiz’in bütün yüksek aristokrasisinin gelmesi emreder. Tahtlardan biri Kral Pedro diğerine ise Ines’nin mor elbise, sayısız mücevher ve kel kafasına taç takılmış cesedi oturur. Bütün soylular ve Braga başpiskoposu cesedin cübbesinin ucunu öper. Böylece Kral Petro bütün herkesten intikamını almış ve İnes’in ölüsüne saygı gösterilmesini sağlar.
‘ONUN ADI AŞK! VE DALGALARI YIRTIYOR’
Daha sonra, Ines de Castro’nun naşı Pedro’nun emriyle Alcobaca Manastırı’na tören alayıyla getirilir. İstisnasız bütün halk çocuklar ve hastalar da dahil olmak üzere, yanan mumlarla yapılan tören alayına katılmak zorunda bırakılır. Pedro, ölmeden önce kendisi ve Ines’in karşı karşıya duracak şekilde iki lahitini kurdurdur ve ölümüne romantizmin atası sayılacak şu cümleyi sarfeder: “Burası ilk bakışta sevginin bir bakışı olacak.” Ölümcül romantizmine rağmen Pedro, Ines’le ortak çocuklarını tahtta yerleştirmeyi başaramaz. 1367’deki ölümünden sonra, Penafiel Köstencenin oğlu Fernando kral ilan edilir. Ines de Castro, Portekiz’in milli şairi Luis de Camoes tarafından “Onun adı Aşk. Ve dalgaları yırtıyor” sözleriyle tarif edilir.
ELBİSENİN İÇİNDEKİ GÜLLER VE KRALİÇE’NİN MUCİZESİ
Portekiz’de öğrendiğim ve beni etkileyen bir diğer hikaye ile Gül Kraliçesi’nin hikayesi oldu. Portekiz Kralı D. Dinis’in eşi Kraliçe Isabel de Aragao, Coimbra şehrinde sarayda zenginlik içinde yaşarken fakir halka çok üzülür ve kraldan gizli yemek artıklarını fakirlere dağıtırmış. Bir süre sonra bunu duyan kral çok kızmış ve kraliçeye yasak koymuş. Yine birgün yemek artıklarını elbisesinin içine dolduran kraliçe, Santa Clara Kilisesine yoksullara yiyecek dağıtmaya gidince onu takip eden krala yakalanmış. Oldukça sinirlenen kral elbiselerin içinde ne sakladığını sormuş, kraliçe “Güller“ deyince kral elbiseyi çıkarmasını istemiş. Kraliçe elbisesini açtığında ortaya gerçekten de güller çıkmış. Çok utanan ve şaşıran kral, bunun bir mucize olduğunu düşünerek artık kraliçenin yoksullara yemek dağıtmasına karışmamış ve kraliçe o günden bu güne Portekiz’in Gül Kraliçesi ve Aziz Isabel’i olarak anılıyor.