Güncelleme Tarihi:
ALMANYA deyince akla, Ludwig van Beethoven, Robert Schumann, Johannes Brahms, Clara Schumann, Felix Mendel, Joseph Haydn, August Wilhelm Bach, Johann Strauss gibi dünyaca ünlü bestekârlar gelir.
Tabii Almanya deyince akla, milyonlarca insanı katleden, milyonlarca insanın yaşamını yitirmesine yol açan İkinci Dünya Savaşı’nı başlatan Hitler liderliğindeki ‘Nasyonal Sosyalistler’in ‘kara dönemi’ gelir.
Tabii ‘Yeni Almanya’yı yaratan Konrad Adenauer, Ludwig Erhard, Kurt Georg Kiesinger, Willy Brandt, Helmut Schmidt, Helmut Kohl, Gerhard Schröder, Angela Merkel gibi başbakanlık yapan politikacılar gelir.
Almanya’nın cumhurbaşkanlığını yapan Theodor Heuss, Heinrich Lübke, Gustav Heinemann, Walter Scheel, Karl Carstens, Richard von Weizsaecker, Roman Herzog, Johannes Rau, Horst Köhler, Christian Wulff, Joachim Gauck ve şu andaki Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier gibi devlet adamları da gelir.
Almanya deyince akla, çalışkan ve disiplinli bir toplum gelir.
Genelde kurallara uyan insanların oluşturduğu bir toplum.
Tabii sevinçlerini, üzüntülerini dışa vurmayan, başkalarıyla paylaşmayan insanlar da.
O GÖRÜNTÜLER DEĞİŞTİRDİ
Bir dönemler günlük gazetelerden Frankfurter Allgemeine Zeitung’un (FAZ) yöneticiliğini yapan Frank Schirmacher’e göre ise Almanya, ‘sevgisiz egoistler toplumu’dur.
Ama son günlerde bunun hiç de öyle olmadığına tanık oluyoruz.
Rusya’nın Ukrayna’da başlattığı savaş, Almanları da değiştirdi.
Hayatta kalabilmek için her şeylerini geride bırakıp çocuklarını, kedilerini, köpeklerini yanlarına alarak yollara düşen Ukraynalı kadınların, annelerin, ninelerin sergilediği o acı dolu, yürekleri burkan görüntüler, ‘sevgisiz egoistler’ denilen Almanları ‘duygu dolu insanlar’ yaptı.
Yolda doğan bebeğini göğsüne basan anneden, küçücük bebeklerini kucaklarında ve sırtlarında taşıyan annelerden, oyuncak bebeklerine sarılan battaniyelere bürünmüş çocuklardan görüntüler, ‘hissiz’, ‘egoist’, ‘sevgisiz’ denilen Almanların hiç de öyle olmadığını gözler önüne serdi.
Polonya ve Romanya’ya giderek otomobillerine bildirdikleri Ukraynalıları Almanya’ya getiren Almanlar vardı.
Berlin garında kurulan çadırların önünde sıraya giren ve trenle gelecek Ukraynalılara kapılarını açarak evlerini, dairelerindeki boş odalarını onlarla paylaşmak isteyen Almanlara tanık olduk.
“Bizim bir boş odamız var, bizim iki boş odamız var. Severek bu çaresiz insanları istedikleri kadar konuk ederiz” diyen Alman çiftler gördük.
Tabii aralarında Türklerin de bulunduğu göçmen kökenlileri de.
Polonya’ya, Romanya’ya, Moldova’ya ve başka komşu ülkelere bin bir güçlükle ulaşarak diğer Avrupa ülkelerine geçmeyi bekleyen ve Ukrayna’da yiyecek, içecek sıkıntısı çeken Ukraynalılara yardım etmek için yollara düşen Almanlar gördük.
Almanya’nın her kesiminden kamyonlara, minibüslere ve özel otomobillere doldurdukları yardım paketleriyle Ukrayna’ya doğru yola çıkan Almanlar gördük.
Açılan bağış hesaplarına yüz milyonlarca euro havale edildiğine tanık olduk.
Televizyon ekranlarında “Almanya daha fazla Ukraynalıya kapılarını açmalı” diyen Almanlara tanık olduk.
SIĞINMACILARIN ‘MUTTI’Sİ
İşte bu yaklaşım ve tutum kafalardaki Alman imajını değiştirdi.
Tabii bu sevindirici gelişmeleri görünce, duyunca insanın aklına ister istemez, “Almanların çok büyük bir bölümü 2015 ve 2016’da Suriye’deki iç savaştan kaçarak Almanya’nın kapılarına dayanan Suriyeli sığınmacıları neden istemediler?” sorusu da geliyor.
Ama her şeye rağmen Macaristan, Polonya, Avusturya gibi ülkeler sınırlarını da kapılarını da Suriyeli sığınmacılara sonuna kadar kapatırken, Almanya’nın o dönemdeki Başbakanı Angela Merkel’in “Wir schaffen das” (Başarırız, beceririz, üstesinden geliriz) diyerek Almanya’nın kapılarını sonuna kadar açıp tam bir insanlık ve dayanışma sergilediği de akla geliyor.
Almanların “Mutti” (anne) dedikleri Angela Merkel’in ‘sığınmacıların da annesi’ olduğu da.