Güncelleme Tarihi:
Avrupa Birliği ile Türkiye ilişkilerini, yaklaşık 25 seneden beri takip eden bir gazeteci olarak isyanlardayım. Bu süreç, böylesine mi askıda bırakılır? Böylesine mi "boş vermişlik" hissiyatına girilir? Bir ülke enerjisini böylesine mi boşluğa harcar?
25 yıldan beri ilk kez bu kadar büyük bir tıkanıklık izliyorum. Üstelik beni isyanlara sürükleyen; müzakereleri başlatan, bunun için yoğun çaba harcayan, dokuz büyük reform paketini art arda meclisten geçirip, sürecin başlamasının önünü açan bu hükümetin bu boşluğu yaratmış olması. Ve Türkiye'ye enerjisini bambaşka konulara yönlendirenin de bu hükümet olması. Türkiye'nin AB çıpasını korumaması halinde kendisiyle birlikte ülkenin de tepetaklak uçuruma sürükleneceğini bilen ve bunu arada sırada dile getirenin de bu hükümet olması.
Hükümetin bu süreç için kurduğu üç organ neredeyse çalışmıyor. "İzleme Yönlendirme Kurulu" artık işlemini yitirdi. Başkanlığını, Dışişleri Bakanı iken Abdullah Gül'ün yaptığı, İçişleri ve Adalet Bakanlarının da katıldığı "Reform İzleme Kurulu" toplanmayalı hayli zaman oldu. Müzakerelerin üçüncü ayağı olan "İletişim" konusunda "gerekli ve faydalı" olan Avrupa Birliği İletişim Gurubu'na (ABİG) hiç sahip çıkılmıyor. Bu gurubun yeni hükümette bağlandığı bakanlık belki de ABİG'in ne işe yaradığını bile bilmiyor. ABİG'in yoktan var ettiği projelere burun kıvırılıyor. Abdullah Gül'ün Çankaya'ya çıkmasıyla doğan eksiklik, AB sürecinin her alanında hissediliyor.
TOBB'un AB ısrarı
Türkiye, siyasetiyle bambaşka konularla haşır neşir iken, işadamları çoktan AB sürecine yönelik çabalarını yoğunlaştırmış ve bu yönde hazırlıklarını yürütme yoluna girmiş durumda. Ama siyasi irade bu çabayı desteklemezse, işadamları ne kadar başarılı olabilir? Dünyayı vahşi liberal ekonomisi sarmış ve bu arenada mücadele edebilmek için bu kurallara uygun hareket etmek gerekirken, siyasi desteğin olmadığı ortamda ne yapılabilir?
Bu isyanımı hafta içi Strasbourg'da bir araya geldiğimiz Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu ile de paylaştım. Hisarcıklıoğlu, sıkça Brüksel ve Strasbourg'a gelerek hükümete buralardan "mesajlar" vermeye çalışan, AB çıpasının korunmasının önemini dile getirerek sürecin hızlandırılması talebinde bulunan, AB yetkilileriyle birebir görüşmeler yaparak, siyasi diyaloğun eksikliğini kapatmak için mücadele veren ve onlara "Biz bu sürece bağlıyız" diyen birisi. TOBB içinde yaptığı çalışmalar da bunu açıkça gösteriyor.
"Avrupa Patronlar Kulübü" Eurochambres'ın, başkanlık divanına oy birliği ile seçildi ve AB üyesi olmayan 19 Avrupa ülkesinin de bu kurumda temsilciliği görevini üstlenmiş durumda. TOBB desteğiyle çeşitli illerde "Türkiye-AB İş Geliştirme Merkezleri" kurdurmuş ve bu çalışmalarıyla Avrupa Patronlar Kulübü'nde "başarı hikayeleri" hanesine adını yazdırmış. AB'den maliyetini karşıladığı bu projeyle şirketleri; tüketicinin korunması, iş sağlığı, çevre ve fikri mülkiyet hakları için bilinçlendirme çalışmaları yürütüyor. Bütün bu çabaların meyve vermesi, ancak hükümetlerin AB çıpasını korumasıyla mümkün.
Şaşırmak istiyorum
Evet isyanlardayım çünkü; Türkiye'nin kalkınması, muasır medeniyetlerle buluşması, zenginleşmesi ve halkının "insanca" yaşamasının ancak bu sürecin devam etmesiyle mümkün olduğunu biliyorum.
Evet isyanlardayım çünkü; 2007'yi frene basarak geçirmiş bir hükümetin, 2008'de bu süreci canlandıracağına yönelik en ufak bir emare görmüyorum. Bazı hükümet üyelerinin "2008 AB yılı olacak" demesine inanmamı sağlayacak hiçbir kıpırdanmaya rastlamıyorum. Dışişleri Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan'ın, bu ay başında Kriter dergisine verdiği demeçte "2008'de öyle adımlar atacağız ki şaşıracaksınız" sözlerine güvenmek ve de bununla ilgili adımlarını görmek istiyorum.
Giderek inancımı yitirdiğim ve isyanlar içinde olduğum bu ortamda şaşırmak, hem de çok şaşırmak istiyorum.