Güncelleme Tarihi:
İki Almanya birleştikten kısa bir süre sonra 1990 yılı Kasım ayında eski Doğu Almanya sınırları içindeki Eberswalde kentinde aşırı sağcı, ırkçı neonaziler tarafından dövülerek öldürülen Angolalı işçi Amadeu Antonio Kiowa anısına ırkçılığa karşı mücadele amacıyla kurulan Amadeu Antonia Vakfı’nın yayınladığı dergide Ferdi Ataman’ın bir makalesine yer verildi.
‘Almanya dünyaya açıklığın yurdu’ başlıklı bu makalede Ferda Ataman, Federal İçişleri Bakanlığı’nın adının Federal İçişleri, İmar ve Yurt Bakanlığı olarak değiştirilmesinin yanlış algılanabileceğine dikkat çekti.
Almanya’da tarihsel nedenlerden dolayı yurt kavramına kan ve toprak bulaştığını hatırlatarak, bugün yurttan bahsedenlerin genelde artan yabancı korkusuna bir yanıt aradıklarına yer verdi.
Yani bir yerde “Almanya önceden burada olan insanların yurdudur” diye algılanacağına işaret etti.
Oysa ki, Almanya’nın kendisi gibi bu ülkede doğanların da, sonradan gelip buralı olan diğer göçmen kökenli insanların da, yurdu ve vatanı olduğunun da altını çizdi.
Ancak Ferda Ataman’ın kan ve toprak sözcükleriyle Nasyonal Sosyalistlerin (Nazilerin) yaklaşımını ima ettiğini düşünen Federal İçişleri, İmar ve Yurt Bakanı Horst Seehofer, adeta küplere bindi.
Bu yüzden de Başbakan Angela Merkel öncülüğünde düzenlenen 10. Almanya Uyum Zirvesi’ne Ferda Ataman’ın da katılmasına tepki olarak kendisi katılmadı.
Bu bir ilkti.
Yani ilk kez bir Federal İçişleri Bakanı, 2006 yılından beri düzenlenmekte olan bir Almanya Uyum Zirvesi’ne katılmadı.
Boykot etti.
Alman Anayasası’nın 5. maddesinde, “Herkesin düşüncesini söz, yazı ve resimle serbestçe açıklayıp yayma ve herkese açık kaynaklardan, hiçbir engele uğramadan bilgi edinme hakkı vardır. Basın özgürlüğü, radyo ve film aracılığıyla haber verme özgürlüğü güvence altındadır. Sansür edilemez” denilmektedir.
Bakan Horst Seehofer, daha göreve başlar başlamaz “İslam Almanya’ya ait değildir” diyerek işte bu maddedeki düşünceyi ifade özgürlüğünü sonuna kadar kullanmıştır.
Yani kendi söylediği, işine geldiği için düşünceyi ifade özgürlüğüdür. Ama işine gelmediği için de, başkalarının söylediği veya yazdığı hakarettir.
***
Bakan Seehofer’in bu yaklaşımı beni birden 2007 yılındaki Almanya Uyum Zirvesi’ne götürdü.
O günlerde Aile Birleşimi Yasası’nda bir değişiklik yapılarak Türkiye’den gelecek eşlerden Almanca bildiklerini kanıtlamaları koşulu getirilmişti.
12 Temmuz 2007’de düzenlenen 2. Almanya Uyum Zirvesi’ni bu yüzden bazı Türk örgütler boykot etmişti.
Hürriyet adına o zirveye ben katılmıştım.
Yaptığım kısa konuşmada, “Türk çatı örgütleri Almanya’ya gelmek isteyen eşlerin Almanca öğrenmelerine karşı değiller. Onlar, farklı uygulamalara karşılar. Türkiye’den gelecek eşlerden Almanca bilmelerini istiyorsunuz ama Japonya’dan, Güney Kore’den, Yeni Zelanda’dan, ABD’den ve bazı başka ülkelerden geleceklerden talep etmiyorsunuz. Bu Alman Anayasası ve Avrupa Birliği temel ilkeleriyle bağdaşmamaktadır” demiştim.
Verilen arada da o gün “Düpedüz ırkçılık” manşetiyle yayınlanan Hürriyet Gazetesi’ni Başbakan Angela Merkel’e göstermiştim.
Ben gazeteyi gösterirken fotoğrafçılar deklanşörlerine bastılar.
Zirve bittikten sonra düzenlenen basın toplantısında Başbakan Merkel’e Hürriyet Gazetesi’nin manşetiyle ilgili ne düşündüğü soruldu.
Belli ki, kendisine önceden Hürriyet’in manşeti tercüme edilmişti.
Merkel, çok sakin bir şekilde, “Böyle durumlarda her zaman olduğu gibi ‘basın özgürlüğü vardır’ diyorum” yanıtını vermişti.
Yani bir yerde, düşünceyi ifade özgürlüğünün altını çizmişti.
Başbakan Angela Merkel, her zaman Hürriyet’e ve bana olumlu bir yaklaşım sergiledi.
Hiçbir zaman söyleşi yapma talebimi geri çevirmedi.
Her ne kadar sığınmacı politikası yüzünden ateş püskürse de, düşünceyi ifade özgürlüğü konusunda Federal İçişleri, İmar ve Yurt Bakanı Horst Seehofer, Başbakan Angela Merkel’i örnek almalı.