Güncelleme Tarihi:
Bir haftadır benim de yeniden açılışına katıldığım tartışmalı "Ankara"-Çağlayan Parkı ile ilgili yorumları ve açıklamaları okumaktayım. Hemen belirteyim eleştirisel bir çok yaklaşımı anlıyorum. Hatta bu park özelinde gündeme gelen hassasiyetin de bilincindeyim.
Ancak öyle KKTC'li Türk ve de "solcu olduğu iddiasında" gazete köşelerini "çalılık arkasına sinmiş keskin nişancı" tarzı kullanan şahsiyetler var ki yazdıklarını okuduğumda "asıl sorunlarının Çağlayan değil KKTC'nin yeni yerlileri" olduğunu ve "Ankara-Çağlayan Parkı" tartışmasının da bu amaçla kullanıldığını görüyorum.
Biz Türkiye kökenli Almanyalılar, ülkemize sonradan göç etmiş yeni yerliler olarak "ırkçılık" denilen illetin nasıl bir "mikrop" olduğunu iyi biliriz. Bu mikrop topluma dadanmaya görsün "çok hızlı yayılır ve bulaştığı herkesi de birbirine düşürür". Örneğin ben üyesi olduğum Gross Gerau İl Genel Meclisi'nin gelecek ayki toplantısında "ilimizde bir diskotekte gündeme gelen ırkçı bir uygulama" ile ilgili soru önergesi vereceğim.
İlimin sınırları içinde bir diskotekte kapıda bekleyen "magandalar" gelen gençleri kimlik kontrolü yaparak içeri alıyorlarmış. Kimin Türk kimin Alman olduğu günümüz modern gençliğinde göz ile tespit edilemediğinden bu uygulama ile "Türk avcılığı" yapmaktaymışlar. Alman Ordusu'nda asker olan bir Türk gencini soyadından dolayı almadıklarını duyduğumda şaşırdım. AB temel kurallarına aykırı bu "ırkçılık" ne yazıkki sürekli gündeme geliyormuş.
Nedeni ise "sıkı durun" benim Kuzey Kıbrıs'ta artık dinlemeye çok alıştığım "bu Anadolu'dan gelen Türkler'in kültürel ve sosyal olarak uyumsuz olması ve hep sorun çıkarmaları" imiş. Bu nedenleri hem Almanya'da hem de Kuzey Kıbrıs'ta pratikde gören ve bilen biri olmama rağmen bundan dolayı tüm bir gruba karşı "önyargılarla" ve de verdiğim örnekte olduğu gibi "ırkçı" uygulamalarla tavır alınması aslında tüm değerlerimizle çelişen bir durum. Bazen hepimizin de haklı olarak tepki gösterdiği bir cinayet ya da katliam nedeniyle "ölüm cezasınının haklılığını" savunma acizliği ve hatasına düşmek ile topluma ayak uyduramayan bir kesim nedeniyle "ırkçı içeriklere sarıldığının" farkına varmamak aynı acizlik değil mi?
Almanya ya da İngiltere'de yaşamakta olan tüm yeni yerliler iyi bilirler. Göçe uğrayan toplumlarda cadde ve meydan isimlerinin bu değişme sonucu başkalaşması aslında bir yabancılaşma değil yeni topluma bir uyumdur. AP milletvekili olarak Duisburg'ta bir meydana Fakir Baykurt adı verilirken yaptığım konuşmadan hep gurur duydum. Öyle sadece 400 yıllık değil en az bin yıllık yerleşik tarihe sahip Almanya'da cadde, sokak, meydan ve park isimleri yani Alman isimler Türk isimlerle doğal bir değişim yaşarken buna karşı tepki veren "Alman Sağ Gruplar" "ülkemiz, değerlerimiz elden gidiyor, Türkler asimile olmuyor ama bizi asimile ediyor" diye kıyameti koparıyorlar.
Benzeri yazıları şimdi "çok solcu geçinen" Kuzey Kıbrıslı kalemlerden de okuyorum. Sürekli artan bir "Türkiyeli düşmanlığı" aslında "ırkçılık mikrobunun" güzelim Kuzey Kıbrıs Toplumu için de tehlike olmaya başladığını gösteriyor. Anadolu'dan gelen Türkler'i "bunlar" diye aşağılayarak tanımlayan hatta kendi yurtdışında Türk olarak oturup da Kuzey Kıbrıs'takilere "gün gelecek sizi gemiye koyup gönderecekler" derken sevinçlerini saklayamayanlar bile var. Ve Ankara-Çağlayan Parkı tartışmasını bu amaçla istismar edenler...
Kuzey Kıbrıs'ı ve insanlarını çok seven bir Türkiyeli Alman vatandaşı olarak "ırkçılık mikrobunun" toplumumuza zarar vermesini istemediğimden bu gözlemlerimi ve de Kuzey Kıbrıs kökenli bir Türk olmayan bir birey olarak hissettiklerimi sizlerle paylaşmak istedim. Gelin bu mikrobun bu topluma zarar vermesine şans vermeyelim.