Güncelleme Tarihi:
BRÜKSEL’den uzlaşma haberi gelir gelmez kameraların karşısına geçen İngiltere Başbakanı Johnson, kendileri için bunun bir ‘zafer’ olduğunu ilan ederken, “Bu aynı zamanda İngiltere’nin bağımsızlığını yeniden kazanmasıdır” açıklamasında bulundu.
Seçim kampanyasını Brexit (İngiltere’nin AB’yi terk etmesi) ağırlıklı sürdüren Boris Johnson, “İngiliz halkına 2016’daki referandumda ve geçen yıl yapılan seçimde söz verilen her şey, bu anlaşmayla sağlanmış oldu” dedi.
“Paramızın, sınırlarımızın, ticaretimizin ve balıkçılık yapılacak sularımızın kontrolünü geri aldık” dedi.
Her ne kadar bu anlaşmanın iki tarafın da çıkarına olduğunun altını çizse de, “Yasalarımızın, kaderimizin ve düzenlemelerimizin her detayının kontrolünü geri aldık” dedi.
Boris Johnson, 1 Ocak 2021 tarihi itibarıyla İngiltere’de yalnız İngiliz kanunlarının geçerli olacağını, bu kanunların sadece İngiliz parlamentosu tarafından yapılacağını ve tüm kararları İngiliz mahkemelerinde İngiliz yargıçlarının vereceğini, artık Avrupa Adalet Divanı’nın İngiltere’deki yargı yetkisinin sona ereceğini söyledi.
“Yeni ve gerçekten bağımsız bir ulus olarak bu anın büyüklüğünün farkına varmak ve tadını çıkarmak hepimizin elinde” dedi.
*
İşte bunları söylerken iki kolunu da havaya kaldıran Boris Johnson, ülkesine ve kendisine sunulan bu ‘Noel hediyesinin’ sevincini yaşıyordu.
Yani Noel’i kutluyordu...
Aslında 1993’te AB, 1965’te Avrupa Topluluğu (AT) adını alan ve 1957 yılında Roma Anlaşması ile resmen kurulan Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) girebilmek için İngiltere yıllarca can atmıştı.
İngiltere AET’ye ilk başvurusunu 1961’de yaptı.
Fransa’nın o dönemdeki Cumhurbaşkanı General de Gaulle veto edince, İngilizlerin AET üyeliği yattı.
Ama İngiltere ısrarlıydı.
1967 yılında yeniden tam üyelik başvurusunda bulundu.
Ancak General de Gaulle tutumunu değiştirmeyince, İngilizlere AET kapısı açılmadı.
De Gaulle, “İşte Avrupalı olmayan bir ülke. Tarihi, coğrafyası, ekonomisi, tarımı ve takdire şayan insanları olsa da, halkının karakteri tamamen farklı bir yönü işaret eden bir ülke. Tüm iddialarına ve inandıklarına rağmen tam üye olamayacak bir ülke” diyerek karşı çıkmıştı.
“İngiltere hiç de Avrupalı değil, AET’ye üye olacak olgunlukta da değil” demişti.
Hatta, “Avrupa bir kıtadır. İngiltere ise onun karşısında büyük bir ada” diyerek, İngiltere’nin Avrupa’ya ait olmadığını bile ima etmişti.
General de Gaulle 1969 yılında istifa edince, İngiltere’ye AET yolu açıldı ve 1973 yılında tam üye oldu.
Ancak İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda’dan oluşan Birleşik Krallık’ta 2000’li yıllardan itibaren “AB bıkkınlığı” arttı.
Nitekim 22 Haziran 2016’da yapılan referandumda halkın yüzde 52’si “Çıkalım”, yüzde 48’i de “Kalalım” dedi.
Her ne kadar daha sonraki yıllarda ‘pişman olanların’ sayısı artsa da, halkın 2016’da dediği oldu ve Başbakan Boris Johnson’un da dediği gibi, “İngiltere bağımsızlığına yeniden kavuştu”.
Ancak Birleşik Krallık’ı oluşturan ve 2016 yılındaki referandumda yüzde 60’ından fazlası “AB’de kalalım” diyen İskoçya’dan ‘bağımsız ülke olmak’ ve ‘AB’ye tam üye olmak’ sesleri yükselmeye başladı.
İskoçya Bölgesel Başbakanı Nicola Sturgeon’un bağımsızlık referandumu yapabilme yetkisinin İngiltere Parlamentosu’ndan alınıp İskoç Parlamentosu’na devredilmesi talebi, İngiltere Başbakanı Boris Johnson tarafından reddedilse de, İskoçlar ‘bağımsızlıkta’ ısrar etmekte.
Her ne kadar çok zayıf bir ihtimal olsa da, ‘Noel hediyesini’ alarak AB’yi terk eden İngiltere’nin yerine İskoçya gelebilir.
Neden olmasın?
“Man soll niemals nie sagen”...
Yani “Asla, asla dememeli”...