Güncelleme Tarihi:
Ama ülkemdeki, vatanımdaki, anavatanımdaki gelişmeler ise tedirgin etti.
Hem de çok...
PKK teröristlerinin alçak saldırıları sonucu gelen şehit haberlerine üzüldüm.
Hem de çok...
İkinci vatanıma, yani Almanya’ya döndüm.
Ama kafam hala Türkiye’de.
Ve Antalya’da bindiğim taksinin aynı zamanda sahibi olan şoförün, “Huzurumuzu bombalamasınlar” sözlerinde.
Sabahın erken saatleriydi.
Havalimanına gitmek için taksiye bindim.
“Duydunuz mu? Yine 5 askerimizi şehit etmiş kalleşler” dedi taksi şoförü.
Kahvaltı bile yapamadığını, çünkü boğazından bir şey geçmediğini söyledi.
Seçimlerden sonra birden tırmanan terörün insanları huzursuz ettiğini de.
“Antalyalı mısınız?” diye sordum kendisine.
“Evet” dedi.
Ve devam etti...
* * *
Tam 35 yıl önce o henüz 9 yaşındayken anne-babası Siirt’ti terk edip Antalya’ya yerleşmiş.
11 kardeşlermiş.
Kardeşlerinin 6’sı Antalya’da dünyaya gelmiş.
Kendisinin de 5 çocuğu varmış.
Hepsi de Antalya’da doğmuş.
İkisi üniversiteye, biri liseye gidiyormuş.
Diğer ikisi de orta okula.
Kendisi yıllar önce birkaç kez Siirt’e gidip akrabalarını görmüş.
Çocukları ise hiç oralara gitmemiş.
“Çocuklarım Antalyalı. Ben Antalyalıyım. Biz Antalyalıyız” dedi.
Çocuklarının hepsi için Antalya’da birer daire aldığını söyledi.
Antalya’sız bir yaşam düşünemediğini de.
“Bu ülke bizim ülkemiz. Bu güzel ülke bizim vatanımız. Türkiye hepimizin vatanı. Biz askerlerimizin de, polislerimizin de, diğer insanlarımızın da öldürülmesini, hem de kalleşçe öldürülmesini istemiyoruz. Biz huzurumuzun bombalanmasını istemiyoruz” dedi.
Aslında böyle düşünen yalnız bindiğim taksinin şoförü değildi.
Eskiden beri tanıdıklarım da, yeni tanıştıklarım da, konuştuğum herkes, son dönemlerdeki gelişmelerden son derece tedirginlik duyuyorlardı.
Hepsi de iç barışın tehlikeye gireceği tedirginliği yaşıyordu.
Hepsi de silahların susmasını ve güzelim Türkiye’de insanların barış içinde, huzurlu bir biçimde yaşamasını diliyordu.
* * *
Almanya’dan bazı televizyon kanalları ve radyo program yapımcıları da telefon edip Türkiye’deki gelişmeler hakkında düşüncelerimi sordular.
Genellikle ilk soru “Türkiye, Kürtlere niçin saldırıyor?” oldu.
Onlara dilimin döndüğü kadar Türkiye’nin, Türk ordusunun Kürtlere karşı değil, 7 Haziran seçimlerinden sonra barış sürecini bombalayan PKK teröristlerine karşı mücadele verdiğini anlatmaya çalıştım.
Kürt kökenli insanların çok büyük bir bölümünün artık ülkenin Doğu ve Güney Doğu’sunda değil İstanbul, İzmir, Ankara, Antalya gibi metropollerde yaşadığını hatırlattım.
PKK teröristlerinin bu saldırılarının Kürt kökenli insanların da huzursuzluklarını artırdığını dile getirdim.
“Türkler de, Kürtler de başka kökenden insanlar da Türkiye’de savaş değil, barış istiyorlar. Huzurlarının bombalanmasını istemiyorlar” dedim.
Tabii Hürriyet’e saldırıları da sordular.
Bu saldırıların yalnız Hürriyet’e değil, basın özgürlüğüne, düşünceyi ifade özgürlüğüne, insanların haber alma özgürlüğüne saldırılar olduğunun altını çizdim.
Hürriyet’in 67 yıldır doğru bildiğini yazdığını ve bu ilkesini kararlı bir biçimde sürdüreceğini söyledim.
“Hürriyet’i 67 yıldır hiçbir iktidar susturamadı. Bu iktidar da susturamayacaktır” dedim.