Güncelleme Tarihi:
Bu daha ziyade Almanya'da muhafazakar kanat olarak bilinen Hıristiyan Demokrat/Hıristiyan Sosyal Birlik Partileri (CDU/CSU) için geçerlidir.
1997 yılında dönemin Başbakanı Helmut Kohl, Lüksemburg Zirvesi'nde Türkiye'ye adaylık statüsü verilmesine karşı çıktığında Türk başbakan Mesut Yılmaz, Nasyonal Sosyalistlerin “Doğu'ya yönelme” politikasını kast edip, “Almanlar 'yaşam alanı' (Lebensraum) düşüncesiyle eski stratejilerini sürdürüyorlar” demesi üzerine Almanya'da adeta kıyamet kopartılmıştı.
CDU ve CSU'lu birçok politikacı “İşte bizim Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğine neden karşı olduğumuz ve ne kadar haklı olduğumuz bir kez daha ortaya çıktı. Böyle bir Türkiye'nin AB'ye tam üye olması kesinlikle düşünülemez” diye hem yazılı hem de sözlü açıklamalarda bulundular.
Hatta CDU/CSU'nun 2002 yılındaki başbakan adayı Edmund Stoiber, seçim kampanyası sırasında Türkiye'nin AB üyeliğini politikasının merkezine oturttu.
Ancak sağduyulu Alman seçmenler bunu yutmadı...
Stoiber, 22 Eylül 2002 tarihinde seçim akşamı bir ara kendisini başbakanlık koltuğunda gördüğü halde, seçim sonuçları gece yarısına doğru şekillenmeye başlayıp kendisinin kaybettiğini anlayınca, Berlin'i apar topar terk edip o dönemler Eyalet Başbakanlığı yaptığı Münih'e geri döndü.
Başka bir deyişle bir yerde Türkiye üzerinden oy avcılığı yapmayı hedefleyen Stoiber'i o dönemdeki rakibi Sosyal Demokrat Partili (SPD) Gerhard Schröder'i destekleyen Türk kökenli Alman seçmenler Münih'e gönderdi.
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Davos'daki tutumu ve sözleri üzerine Almanya'daki muhafazakar kanattan yine bilenen sesler yükselmeye başladı.
Türkiye'ye AB'de tam üyelik yerine “imtiyazlı ortaklık” verilmesinin mimarları arasında yer alan CSU Genel Sekreteri Karl Theodor Freiherr zu Guttenberg, “Avrupa'da yerini almak isteyen Avrupa'nın tartışma kültürüne saygı göstermek zorundadır. Köşeye sıkışınca bir tartışmayı terk etmek zayıflığın ifadesidir. Başbakan Erdoğan'ın tutumu bizim Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğine karşı çıkmamızda ne kadar haklı olduğumuzu göstermektedir” dedi.
Aynı şekilde Federal Meclis'teki CSU'nun Eyalet Grup Başkanı Peter Ramsauer de, Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğine karşı tutumlarını sonuna kadar sürdüreceklerini ilan etti.
Hatta Ramsauer, daha şimdiden eylül ayında yapılacak genel seçimlerden sonra Hür Demokrat Parti (FDP) ile koalisyon hükümeti oluştursalar bile bu tutumlarının çok açık bir biçimde Koalisyon Sözleşmesi'nde yer alacağını da söyledi.
Oysa ki, Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği Erdoğan'ın -ister tasvip edin, ister etmeyin- tutumuna ve davranışına değil, Kopenhag Kriterleri'ni yerine getirip getirmemesine bağlıdır.
Bunu CSU'lu politikacılar da bal gibi bilmektedir.
Ama buna rağmen hep aynı türküyü söylemekten de bir türlü vazgeçmiyorlar.