Güncelleme Tarihi:
Belki de bize çok benzediği için. Her toplumun bir yaşam felsefesi vardır ve sinema toplumların yaşam tarzını yansıtan bir aynadır. O nedenle tutkulu bir sinema izleyicisiyimdir. Münih’te bugün sona eren Türk film festivalinde de öyle yaptım ve birçok filmi izleme fırsatı buldum. Önce şunu söyleyim kentin sayılı kültür festivalleri arasında gelen Türk sinema günleri bu yıl daha bir canlıydı. Filmden sonra izleyiciler film yönetmenleri ve oyuncularla canlı tartışma fırsatı buldu. Festivale destek veren Münih belediyesi ve Başkonsolos Ali Rifat Köksal’la SinemaTürk yöneticilerini kutlamak gerekir.
***
Ancak festivalde izlediğim filmler bana Türk sinemasının hayatı bir kabus gibi gösteren sosyal içerikli öykü anlatma geleneğinden bir türlü kurtulamadığı izlenimi verdi. Bu filmlerde anlatılan Türk toplumu korkunç mutsuz ve çok büyük sorunları var. İnsanlar inanılmaz acı bir kaderin tutsağı ve bu kaderi bir türlü kendi eline alamayacak kadar da zavallı. Hayat baştan sona hüzün dolu ve insanların hiçbir mutlu anı yok. İnsanlar yaşama sevincini yitirmiş. Şiddet, cezaevleri, düşkırıklıkları, kimsenin kimseye güvenemediği bir toplum. Kısacası kabus dolu bir yaşam.
***
Ben hüznün Türk insanının yaşam felsefesi olduğuna inanmıyorum. Daha çok Türk sinemasının bilinçaltında halen, bir Doğu masalı olan Leyla ile Mecnun gibi öykülerden beslendiğini düşünüyorum. Mecnun Leyla’ya aşık oluyor ve ailesi Leyla’yı vermediği için Mecnun aşkından çöllere düşüyor. Sonunda Leyla evden kaçıp çölde yaşayan Mecnun’un yanına geliyor ama, bu sefer Mecnun Leyla’yı istemiyor. Çünkü Mecnun artık Leyla’ya değil, çileye aşık ve “Tanrım beni bu çileden kurtarma” diye yalvarıyor.
***
Festivalde “Nokta”, “Sonbahar” gibi yeni yapıtları izledim. “Nokta” birçok festivalde ödül aldı. “Sonbahar” festivallerin aranan filmleri arasında. “Nokta” filmi bir zamanlar işlediği bir suçun azabından kurtulmak isteyen, ancak iyi niyetini hayatıyla ödeyen bir adamın öyküsünü anlatıyor. Film bazen iyi niyetle çıkılan yolda çok kötü sonuçlar alınabileceği mesajını veriyor. “Sonbahar” filmi cezaevinde ölüm orucuna yatan ve ağır hasta olduğu için serbest kaldıktan sonra annesinin yanında ölümü bekleyen, dünyaya, hayata küsmüş siyasi bir mahukumun öyküsünü canlandırıyor. Cannes’da ödül alan “Üç Maymun” filmini ise İstanbul’da izledim. “Üç Maymun” da aynı tarzda ve geçim parası yüzünden parçalanan bir aile dramını konu alıyor.
Ben içinde aşkın, ihtirasın, hüzün ve sevincin dolu dolu yaşandığı, insanların kendi kaderini eline alabileceğini gösteren bir Türk sineması özlüyorum. Türk sineması artık “acıyı bal eyledik” geleneğini terketmeli. Elbette hayatta yenilgiler var, ama hayat sadece yenilgilerden de ibaret değil.