Güncelleme Tarihi:
Yollara düşmeden önce nasıl bir Almanya vardı kafanızda?
Almanya’ya gelmeden önce modern ve gelişmiş bir ülkeye geleceğim beklentisi vardı. Ancak geldiğimde hiç de öyle olmadığını gördüm. Bir kısmı hâlâ yıkık ve o zamana kadar yaşadığım İstanbul’a göre küçük bir şehre (Frankfurt’a) geldiğim için hayal kırıklığına uğradığımı hatırlıyorum. O zamanlar Frankfurt’ta henüz hiçbir gökdelen yoktu. Gökdelenler sonradan oldu.
O zamanlar Almanların Türkiye’ye ve Türklere bakışları nasıldı?
Konuştuğum Almanların Türkiye hakkında gerçekten hiç fikri yoktu. Türkiye deyince genelde ‘primitiv’ (ilkel) sıfatlar kullanıyorlardı. Çünkü o dönemlerde daha Türkiye’den ‘Gastarbeiter’ (misafir işçi) göçü başlamamıştı. Türk öğrenci sayısı da yok denecek kadar azdı.
Türk işçileri gelmeye başladıktan sonra neler değişti?
Türk işçilerin yoğunlukla Almanya’ya gelmeleri daha çok 1962-1963 yıllarında başladı. O yıllar konsoloslukta çalıştığım için sorunlara devamlı muhatap olmaya başlamıştım. Ancak o yıllarda en büyük yabancı grubu İtalyan ve Yugoslav işçiler oluşturduğundan sorunların çoğu da onların üzerinden dile getiriliyordu. Daha Türklerle ilgili sorunlar ön planda değildi. Zamanla Türkler ‘sorun’ haline geldi Almanların büyük bir bölümümün gözünde. Özellikle de uyum, daha doğrusu ‘uyumsuzluk’ sorunu.
Zamanla Almanların Türklere ve Türkiye’ye bakışları, yaklaşımları nasıl değişti?
Bu 60 yıllık süreci birkaç cümleyle anlatmak çok zor tabii. Ben şahsen 1980’li yılların başından itibaren artan aşırı Türk düşmanlığını hiç unutmadım. Örneğin o meşhur ‘Türklerle Yahudilerin arasında ne fark var?’ sorusuna verilen ‘Die Juden haben es hinter sich’ (Yahudiler onu geride bıraktı) gibi aşağılık fıkralar çok da gülerek anlatılıyordu. Ancak ilk ölümle sonuçlanan Mölln ve Solingen gibi ırkçı kundaklama olaylarından sonra Alman politikacıların değil, ama o zamanki Almanya Başbakanı Helmut Kohl’ün yaptıklarını daha doğrusu yapmadıklarını unutamıyoruz. Ancak halkın bir kısmının bizimle birlikteki protesto ve kınamalarını da belirtmek zorundayız.
Türkiye kökenli genç nesilleri nasıl buluyorsunuz ve geleceklerini nasıl görüyorsunuz?
70’li ve 80’li yıllarda iki dilli ‘Analphebeten’ (iki dili de iyi bilmeyen, iyi kullanamayan) sözleriyle anlatılan durumdan Türk gençlerinin büyük bir bölümünün kurtulduğunu, hiç değilse toplumda yavaş yavaş gereken yerlerini almaya başladıklarını düşünüyorum. Bunun giderek daha da olumlu bir biçimde gelişeceğine inanıyorum. Her ne kadar eğitim alanında hâlâ arzu ettiğimiz düzeyde olmasa da, orta öğrenimini bitiren ve yüksek öğrenim gören Türkiye kökenli gençlerin sayısı her geçen yıl artıyor. Bu da umut verici.
Yeniden dünyaya gelseniz yine Almanya’ya gelir miydiniz?
İçinde bulunduğumuz şartlar ve beklentilerimiz bizi o anki düşüncelerimize göre yönlendiriyor. Ben Almanya’ya gelmeden çok önce gerek ailemden ve gerekse bana yapılan telkinlerden dolayı buraya gelmeye kararlıydım. İnsanların ülkelerinden, alışkanlıklarından ve sevdiklerinden ayrılmaları hep çeşitli şartlara bağlı. Hani Türkçede çok güzel bir söz vardır ‘içi senı dışı beni yakar’ diye. Arada sırada özellikle Alman politikacıların tutumları dışlamaya sebep olmalarından ve aslında kendi ülkelerine en büyük kötülüğü yaptıklarını bilmekle beraber yalnızca oy için böyle bir tutuma girmelerinden nefret etmekle beraber, genelde burada olmaktan memnunum.