Güncelleme Tarihi:
Yutkundu. Sözlerinin etkisini tarttı. Çok bilen edasıyla ilmi açıklamasını yaptı:
-Latince ismi ‘kelepir’is - lüplet’is’ olan bu hastalık eski Yunan’dan beri bilinir. Kanına bu virüs giren bir insan ' Ucuz ' bulduğu ne varsa satın alır. Asla kendine hakim olamaz. Isparta’da bu hastalığa yakalanan kadını kocası uçurumun kenarına götürüp oradaki kekikleri toplamasını isterdi. Uçurumun kenarına geldiklerinde de kocası, bir punduna getirip kadını aşağı iter ve ondan böylece kurtulmuş olurdu. Sonra da gözyaşları içinde evine döner ve, ‘ Ayağı kaydı uçuruma düştü. Rahmetli ucuzluğa doyamadan gitti. ’ diye sahte gözyaşları dökerdi. Tıpbın babası, Hipokrat bile bu hastalığın tedavisini bu şekilde göstermiştir. O tarihlerde 'Ucuzculuk' hastalığına yakalananların başka tedavi şekli yoktu. Bu hastalığa yakalananlar sürekli olarak, ' Kefenin cebi var...Kefenin cebi var... Ucuz ne bulsak almalıyız.' diye kendi kendilerine söylenirler.
* * *
ÇEVRESİNDEKİ arkadaşlarına baktı.
Arkadaşları da Ona, “ Acaba ciddi mi söylüyor. Yoksa, uyduruyor mu?” diye şüpheyle bakıyorlardı. O buna aldırmadan aynı ciddiyetle sözlerini sürdürdü;
-Arkadaşlar şimdi göçmenlere musallat olan ikinci hastalığı açıklıyorum. Bu hastalığın da adı; ' Beleşçiler'dir. Bunlar evlerden atılan eşyaları toplamadan duramazlar. Sokakta çöpçülerin alması için geceden sokağa bırakılan kullanılmış eşyaları gördüklerinde ağızlarının suyu akar. Acele işleri de olsa bu eşya yığının önünde durup onları tek tek incelerler. Güzel bir parça gördüklerinde de hemen alırlar. Evden işe gidiyorum diye çıkan bir adam bakarsınız iki saat sonra elinde eski bir koltuk,bavul veya sehpayla tekrar evine döner. Karısı bile buna şaşar. ' Bey ne oldu da geri döndün. Hayırlar ola ' diye sorar. Ama adam arabasından eski sehpaları koltukları indirmeye başlayınca da kadın çok kızar. ' Allah kahretsin herif evde eşya koyacak yer kalmadı. Bodrumlar bile ağzına kadar doldu' diye feryat etmeye başlar.
- Yaşa Feytullah. diyenler alkışladılar.
Alkışlardan cesaret alan Feytullah köşe yazarı bilgiçliğiyle devam etti.
- Büyük düşünür İbnil Resül el Hak, büyük eseri 'Kaptırmaca'da bu konuya değinir ve der ki;”Her kim ki , mal ve ucuzluk hastalığından mustarip olur. Onun tedavisi yüz kırbaçtır. Baktın ki uslanmadı. Önce ıslatacaksın, sonra bir elli sopa daha vuracaksın. Elindekini avucundaki ucuzluk diye harcayan adama bu cezaları vermez isen başka türlü ıslah edemezsin.”
Mühendis bey ilk itiraz edenlerden oldu:
- Dalga geçiyorsun. Artık yeter. Evet itiraf ediyorum bende alış veriş hastalığı var.
Feytullah bu itiraz üzerine duraladı. Konuşmasını sona erdirmek zorunda olduğunu anladı. Önündeki bardaktan su içti ve son sözlerini söyledi.
- Evet ,arkadaşlar bu söylediğim hikayeler uydurma. Biraz neşelenelim diye anlattım. Ancaaak, bu hastalıkların bizlerde olduğu da bir gerçek. Ben de bu hastalıkların ikisi de var. Ama, şunu çok iyi biliyorum bunlar sizde de var. Yani göçmenlerin çoğunda bu hastalıklar bulunmaktadır. Bundan vaz geçelim istiyorum. Sözüm bu kadar.
* * *
MÜHENDİS bey, takılan isimden de anlaşılacağı gibi Ford fabrikasında mühendis olarak çalışıyordu. İyi de para kazanıyordu. Ama, onda müzmin 'beleşçilik' hastalığı vardı. Öğrencilik yıllarında bu hastalığa yakalanmış bir türlü vazgeçmemişti. Bu iş için bir de minibüs almıştı.
Akşam işten çıktıktan sonra üzerine bir işçi tulu geçirir, ellerine iş eldiveni takar ve minibüsün direksiyonuna geçerdi.
Bir akşam;
- Beraber işe çıkalım dedi.
Hemen kabul ettim. Ne yaptığını çok merak ediyordum.
O tarihler de Bonn Almanya'nın başkentiydi. Bonn'a doğru yola çıktık.
Çok keyifliydi. O asık suratlı mühendis gitmiş yerine avlanmaya çıkan, macera arayan bir genç gelmişti.
-Önce büyük elçiliklerin önünü dolaşalım.
Sokak lambaları yanmıştı. Loşluklar içinde evlerin önünde eşya yığıntıları görülüyordu. Ertesi sabah gelecek çöp kamyonu için hazırlık yapmışlar kullanmadıkları eşya ve mobilyaları kapı önüne yığmışlardı.
“Senin büronun eşyaları benden” dedi. Çok sevindim. Kimseye söylememi istedi. Ama ben dayanamadım sana anlatacağım. Mühendis beni bir depoya götürdü. O koca depo ona aitmiş. İçi eşya dolu. 'Beğen beğendiğini al.'dedi. Bir masa beğendim hemen tarihçesini anlatmaya başladı. Bu Masayı Sudan Büyük elçiliğinin kapısı önünden aldım. Şu deri koltuk Hollanda'lı aileden... Adam iyi adama ama bana bu eşyalarla kafayı bozmuş gibi geldi. Baksana topladığı eşyaları biriktirmek için depo bile kiralamış. Bana “ karım dahi bu depoyu bilmiyor. Sakın ha çıtlatma' dedi.
* * *
AVRUPA'lı Türklerde bu hastalık 70’li yıllarda salgın halini aldı. Ucuzluğun ilk gününde, sabah namazından önce dükkan kapısında biriken kalabalığın ön sıralarında hep bu hastalığa yakalanmış göçmenler yer aldı.
Sabahın altısında kapılar açıldığında içeri dalan cengaver görünümlü insanların koşusunda birinciler yine bizimkilerdi. Adana ve İstanbul’da elektronik mağaza açılışında aynı sahneler yaşandı.
İnsanlarımız birbirlerini çiğneyerek koşuşuyorlardı. Bu görüntüler Alman Tv’lerinde ikinci haber olarak verildi.
Hastalık belirtileri şimdi de Türkiye’de görülüyor. Ucuzluğa koşanlarda yüksek nabız , kapalı şuur, faltaşı gibi açık gözler, rafların en üstüne erişebilecek kadar uzamış kollar.
Bu işlerin uzmanı Feytullah önemli bir uyarıda bulundu.
- Merkezi Avrupa’da bulunan dev marketler Türkiye’de şube açmadan önce bu virüsü Türkiye’ye göndermiş olmalarından şüpheleniyorum. Çünkü, Eskiden çocuk felci Türkiye’de yoktu. Amerikan pazarlarında ikinci el elbiseler ucuza satılmaya başladı. Böylece Türkiye’de çocuk felci yaygınlaştı. Bu örneği hatırlarsak sözlerimin ne kadar doğru olduğu anlaşılır.
Yoksa kahvede pişpirik oynayan adamı kaldırıp da sabahın altısında o mağazanın kapısında sıraya sokamazsın. Teşhis doğru. Salgın hastalık şimdi Türkiye’de. Bunu önlesinler. Halkımıza yazık.
* * *
ALMANYA'daki Türkler arasında çift tabanlı çelik tencere satışı bu hastalığı körükledi. İşçi evlerine konuk olduğumuzda, gözüm gardırobun üstündeki karton paketlerde. Üç adet tencere seti orada duruyor. Bir tencere seti iki bin mark (bin Euro) bu ailenin mutlaka üç çocuğu olmalı. Kartonlar açılmamış. Üç tencere seti 6 bin Euro. çeyiz için alınmış.
Tahminleri doğrulamak için soruyoruz;
- Kaç çocuğunuz var ?
- Ellerinizden öper üç kızımız var. Üçü de okula gidiyor.
Biraz sonra kızlar geliyor.
Gözüm dolabın üzerinde tencere kartonlarında. Öndeki büyük kızın çeyizi olmalı.
* * *
UCUZLUK hastalığına yakalananlar gazete ve TV ilanlarını büyük bir dikkatle izlerler. Tramvayda yolculuk yaparlarken dahi yanda gazete okuyan yolcunun omuz üzerinden gazetedeki ilanlara bakarlar. Gazetenin manşetindeki ‘ Depremde 259 kişi öldü’ Haberi onları hiç ilgilendirmez. Ucuzluk hastalığına yakalananlar farklı insanlardır.
Eğer bir mal satışında satın aldıranlara hediye veriliyorsa yakın dostlarını dahi bu malı almaya zorlarlar. Malı arkadaşı alınca hediye de onlara kalır. Bu çok sevinç verici bir olaydır. İcabında 10 liralık ucuz malı almak için 25 liralık benzin harcamaktan çekinmezler.
* * *
ASKERDEN yeni dönen taksi şoförü önce askerlik hatıralarını anlattı, sonra hemen ucuzluktan bahsetti.
-Peynir alacaksan şuradan zeytinin irisi burada. Ben de üç tane buz dolabı, iki tane çamaşır, üç tane bulaşık makinesi var.
-Nereye koydun ?
Bodrumda paketler içinde. Ambalajları açılmamış. Dursun. İleride lazım olur diye aldım. Ucuzluktan.
Marketin arka tarafında genç bir çırak diğer çıraklara kolundaki saati, sırtındaki gömleği ayağındaki Pantolonu gösterdi.
Saat beş Euro. Pantolon yedi Euro. Gömlek dört Euro. Akşam hep birlikte o dükkana gidelim.
Yaşları onbeş, onaltı.
Onlar da ucuzluk kurbanları. Virüs nesilden nesle atlıyor. Aşısı ve ilacı henüz bulunmadı.
Tek çare, büyük düşünür İbnil Resül el Hak'ın dediği gibi yapmak.