Güncelleme Tarihi:
Frankfurt Film Festivali 11. yaşını kutluyor. 11 yıldır Türk sinemasının ustaları Frankfurt’a geliyorlar. Bir hafta sinema şenliği yaşanıyor. Bu yıl da çok sayıda usta ve seçkin filmler sinemaseverlerle buluşacak.
Bu festival aslında bir de sinematek görevi de üstleniyor. Bu festival sayesinde daha önce görmediğimiz, görmeye fırsat bulamadığımız filmleri de izleme, sinema bilgimizi ilerletme imkanı buluyoruz.
Bu yıl Türkiye’den Almanya’ya İşgücü Gönderilmesi Anlaşması’nın 50. yılı dolayısıyla festivalin ana temasını da “Göç” oluşturuyor. Festival komitesinin yayınladığı Suare dergisinde göç konulu filmler tanıtılıyor. Toplumsal yapıdan da etkilenen sinemanın da göç olgusundan şu veya bu şekilde etkilendiği görülmektedir. Göçün veya göçmenin yaşamı değişik yönleriyle, bazen gülümseterek bazen de ürperterek bu filmlerde yer alıyor.
Şöyle bir ilk bakışta Tunç Okan’ın İsveç’e getirilen 9 kaçak Türk’ün dramını yansıtan “Otobüs” (1975) , Şerif Gören’in bir zamanlar slogan olan “Almanya Acı Vatan” (1979), Yücel Uçanoğlu’nun “Gurbet” (1984), Ünal Küpeli’nin “Mardin Münih Hattı” yine 1987’de Tunç Okan’ın “Sarı Mercedes” (1987) gibi birçok filmi unutmak mümkün değildir. Göçün yarattığı toplumsal değişimi en etkili yansıtan yaklaşık 30 Türk filmi Türk sinemasının tarihinde yerlerini almıştır. Bu konuda zaten festivalde yapılacak panelde ele alınacak.
Bir de göçün karşı tarafı var. Yani Alman sinemasından bahsediyorum. Orijinal adı Almanca ‘Angst essen Seele auf’ olan “Korku ruhu kemirir “ filmini hiç duydunuz mu… 1974 yapımı bir Rainer Werner Fassbinder filmi. Yeni Alman Sineması akımının en önemli temsilcisi olup 37 yıllık yaşamında 20 ödül kazanan Fassbinder’in bu filmi göç konusunda kült filmdir. Faslı bir göçmen Ali ile kendisinden 20 yaş büyük Alman temizlikçi kadın Emmi Kurowski’nin evliliği üzerine kurulu film Almanya’da göçmen ve kimlik sorununa eğilen ilk filmdir.
Filmin açılış cümlesini unutmak mümkün değil…
Şöyle diyor “Das Glück ist nicht immer lustig” (Mutluluk her zaman keyifli değildir). Filmde Faslı göçmenin asıl adı El Hedi Ben Salem. Ona herkes Ali diyor. Ali de bu durumu kabullenip bozuk Almancasıyla “Herkes Ali diyor, ben de Ali oluyor” diyerek Almanya’da uzun yıllar her yabancının adının kısaca Ali olduğu gerçeğine de parmak basıyor. Filmde yaşlı, yalnız Emmi genç ve güçlü Ali de derdine çare arıyor. Toplumda dışlanan göçmen Ali de Alman Emmi”yle yalnızlığını, dışlanmışlığını aşacağını düşünüyor. Ama bu iki kişiyi birleştiren tutkal çözüldüğü an ilişkileri de başka boyuta dönüşüyor.
İlk bakışta pek de ilginç gözükmeyen biraz da Türk filmlerinden anımsadığımız zengin erkek fakir kız konusu gibi tahmin edilen bu kült film dışlanan göçmenlerin konumlarını sıcacık bir dille ekrana aktarıyor. Fassbinder bir söyleşide bu filmi için “akla seslenen melodram” diyor.
Frankfurt Film Festivali’nde de yarından itibaren göç olgusunu işleyen filmler izleyeceğiz. Yönetmenlerin usta işi bu çalışmaları göçü bize tüm boyutlarıyla yansıtacak. Unutmayalımki yönetmenler bu çalışmaları ile göç tarihine ayrı bir boyut kazandırıyor. Göçü bir de sanatçıların gözüyle bir başka boyuttan seyredeceğiz.