Ahmet KÜLAHÇI / Fotoğraflar: Ing Image
Oluşturulma Tarihi: Şubat 01, 2020 11:40
Birleşik Krallık’ın eski başbakanlarından Winston Churchill, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 19 Eylül 1946 tarihinde Zürih Üniversitesi’nde gençlerle buluşmasında, Avrupa’nın geleceğine dönük vizyonunu içeren bir konuşma yaptı.
CHURCHILL, bu konuşmasında, “Bugünkü İsviçre gibi, birkaç yıl içinde tüm Avrupa’yı veya Avrupa’nın büyük bir bölümünü özgür kılacak, mutlu edecek bir ilaç var. Bu da, Avrupa ailesini veya onun büyük bir bölümünü yenilemektir. Onların barış ve güvenlik içinde özgür bir biçimde yaşamaları için bir düzen getirmeliyiz. Biz, bir şekil Avrupa Birleşik Devletleri kurmalıyız” dedi.
Winston Churchill’in bu konuşmasından birkaç yıl sonra, yani 1951 yılında Paris Anlaşması’na imza atarak Fransa, Almanya, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg ‘altılısı’ bugünkü Avrupa Birliği’nin (AB) ‘anası’ konumundaki Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nu (AKÇT) kurdular.
Aynı ülkeler 1957 yılında imzaladıkları ‘Roma Sözleşmesi’ ile de ‘Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu (AET).
İngiltere bu oluşumlardan hep uzak durdu.
Churchill, ‘Avrupa Birleşik Devletleri’ vizyonunu gerçekleştirmek için hiç de olumlu bir yaklaşım sergilemedi.
Bu hiç şüphesiz bir hataydı.
*
Nitekim İngiltere’nin muhafazakar Başbakanı Harold Macmillan, ‘dışarıda kalmanın’ ülke için büyük bir hata olduğunu gördüğünden, 1961 yılında AET’ye girme başvurusunda bulundu.
Ama Fransa’nın o dönemdeki Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle, İngiltere’nin üyeliğine hiç de sıcak bakmadı.
De Gaulle, “İngiltere bir adadır. İngiltere önce ekonomisini ve para birimini modernleştirmeli ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile bağlarını koparmalıdır” dedi.
Fransa’nın böyle bir birliktelikle gücünü kaybedeceği endişesi yüzünden Charles de Gaulle veto hakkını kullanarak, İngiltere’nin AET üyeliğini engelledi.
Ama İngiltere, bu arada Avrupa Topluluğu (AT) ismini alan ekonomik güce tam üye olmakta ısrarlıydı ve 1967’de yeniden üyelik başvurusunda bulundu.
Ancak Charles de Gaulle tutumunu değiştirmedi.
Yine veto hakkını kullandı ve İngiltere’nin üyeliğini engelledi.
De Gaulle, 1969 yılında istifa edip görevi bıraktıktan sonra İngiltere şansını yeniden denedi.
Ve 1 Ocak 1973’te Avrupa Topluluğu üyesi oldu.
Yani bir yerde İngilizler, 1993 yılında Maastricht Anlaşması ile isimi Avrupa Birliği (AB) olan bu ‘medeniyetler projesinde’ yer alabilmek için adeta can attı.
*
Türkiye, 1963 yılında imzalanan Ankara Anlaşması’na rağmen hâlâ AB kapılarında bekletilirken, zamanla AB üyesi ülke sayısı 28’e yükseldi.
Evet, bu 28 üye ülkeden biri olan İngiltere, yani İngilizler, tam üye olabilmek için kelimenin tam anlamıyla yıllarca can attıkları AB’yi terk etmek için de son yıllarda benzer bir tutum sergiledi.
Yani AB’yi terk etmek için de adeta can attılar.
Dönemin İngiltere Başbakanı David Cameron, 2015 yılında seçimleri kazanmaları halinde AB ile yeniden pazarlık edeceklerini ve referanduma gideceklerini çok önceden ilan etti.
Nitekim seçimleri kazandı ve 22 Haziran 2016’da İngiltere’nin AB’de kalıp kalmaması için referandum yapıldı.
Halkın yüzde 52’si ‘
Brexit’i tercih etti, yani “AB’yi terk edelim” dedi.
Yüzde 48’i de “Kalalım” yönünde oy kullandı.
Cameron’dan görevi devralan Theresa May de şu andaki İngiltere Başbakanı Boris Johnson da ‘Brexit’ hedefinde ısrar etti.
Ve Avrupa Parlamentosu bu hafta ortasında, 31 Ocak gece yarısı (bugün) itibariyle İngiltere’nin AB’den ‘düzenli kopmasını’ içeren Brexit’i onayladı.
Bu anlaşmaya göre İngiltere 31 Aralık 2020 tarihine kadar fiilen AB üyesi olarak kalacak.
Ama kesinlikle karar mekanizmasında yer alamayacak.
Ve böylece 47 yıllık tam üyelikten sonra İngiltere’nin AB üyeliği son bulacak.
Evet, Churchill’in ‘Avrupa Birleşik Devletleri’ hayali hâlâ gerçekleşmedi.
Hatta Brexit’le birlikte Polonya ve Macaristan’dan da Avrupa Birliği’nden ‘kopma’ sinyalleri gelmeye başladı.