Güncelleme Tarihi:
Renate Künast. Alman Yeşiller Partisi’nin önde gelen isimlerinden. Kuzey Ren Vestfalya (NRW) Eyaleti’nin maden bölgesi Ruhr Havzası’ndaki Recklinghausen kentinde dünyaya gelmiş. Bir işçi ailenin kızı. Babası “Okuyup da ne yapacaksın? Erken evlenir yuvanı kurarsın” diyerek liseye göndermek istememiş.
Ancak Renate Künast, ısrar edip liseyi bitirmiş ve Düsseldorf Yüksek Okulu’nda sosyal danışmanlık öğrenimi yapmış.
Öğrenimini tamamladıktan sonra bir süre Berlin’deki cezaevlerinde sosyal danışman olarak çalışmış. Hukuk öğrenimi yapmayı kafaya koymuş. Berlin Hür Üniversite’de hukuk öğrenimi görmüş.
Sonra da bir süre avukat olarak çalışmış. 1970’li yılların sonlarına doğru Almanya’da çevre hareketinin öncülüğünü yapan Berlin’deki Alternatif Liste’de (AL) aktif politikaya atılmış. 1985 yılında Berlin Eyalet Parlamentosu’na milletvekili olarak girmiş.
Yıllarca partinin Berlin teşkilatında hep ilk sıralarda yer almış. Renate Künast, 1989 yılındaki seçimlerden sonra Sosyal Demokrat Parti (SPD) ile birlikte Berlin’de AL’i iktidara taşıdı.
Yıllarca Berlin Eyalet Parlamentosu AL Meclis Grup Başkanı olarak görev yaptı. 2001 yılında dönemin Almanya Başbakanı Gerhard Schröder tarafından Federal Beslenme, Tarım ve Tüketicileri Koruma Bakanı olarak göreve getirildi. Yani dıştan atandı.
2002 yılındaki genel seçimlerde de Federal Meclis’e milletvekili olarak girdi. Daha sonraki yıllarda yapılan genel seçimlerde de milletvekili seçilmeyi başardı.
SPD-Yeşiller seçimleri kaybedince, yeni hükümetin kurulmasını beklemeden 2005 yılında bakanlıktan istifa etti.
2005-2013 yılları arasında Federal Meclis Yeşiller Grup Başkanlığı yaptı.
Renate Künast ile hem bakanlık döneminde hem de daha sonraki yıllarda birçok kez söyleşi yaptım. Partisinin adı gibi renkli bir politikacı.
Düşündüğünü söylemekten çekinmeyen bir politikacı. Göçmen kökenlilerin haklarını hep savunan bir politikacı. Yıllardır bu tutumunda bir değişiklik olmadı. Hala da aynı görüşleri savunuyor. Hem de ısrarlı bir biçimde.
İSLAM’I ‘BURALI’ YAPMALIYIZ
Almanya'da şu anda da olduğu gibi İslam’ın yoğun olarak tartışıldığı günlerdi. Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi (CSU) Genel Başkanı ve Bavyera Eyalet Başbakanı Horst Seehofer, ‘İslam ülkelerinden göçe hayır’ diye yollara düşmüştü. Künast’a, “Sizce Seehofer neden şu günlerde bu tür açıklamalarda bulundu?” diye sormuştum.
Şu yanıtı vermişti: “Bana göre Seehofer’in ilgilendiği konu göç ve göçmenlerle birlikte yaşamdan daha çok, CDU/ CSU içerisindeki iç tartışmalardır. Onlar şimdi ‘Muhafazakarlık nedir?’ sorusunun cevabını bulmaya çalışıyorlar. Bunu askerlik hizmeti, aile politikaları, çocukların eğitimi gibi konularda, hatta nükleer santralleri tartışmalarında görüyoruz. Birlik Partileri geleceğe bakmak yerine, kendilerini eski halk partisi olarak muhafazakar kökenleriyle tanımlama mecburiyetinde hissediyorlar.
Sebepsiz uyum tartışmaları yürüterek sağdaki seçmenler üzerinden hakimiyet sağlamak istiyorlar. Son haftalarda şunu hatırlarsınız ki, ‘CDU’nun daha da sağında olan bir başka parti var mı?’ sorusunu tartıştılar.
Yapay gündemler yaratarak, birtakım olumsuz hisleri yayarak muhtemelen CDU’dan daha sağa kayacak oyları engellemeye çalışıyorlar. Onlar için önemli olan uyum ve birlikte yaşam değil, birkaç sağcı seçmenin oyu. Ben bunu çok tehlikeli buluyorum.” “Artık Almanya İslam olmadan yaşayabilir mi?” sorumu da şöyle yanıtlamıştı:
“Bu nasıl olacak? İslam Federal Almanya’nın bir parçası artık. Bunu kabullenmek gerek. Yapmamız gereken İslam’ı ötekileştirme yerine, tıpkı bir yabancı ülke vatandaşını vatandaşlığa aldığımız gibi, buralılaştırmamızdır.
Anayasamız din özgürlüğü ve inanç özürlüğü sağlıyor. Bu özgürlüğü ancak bir başkasının özgürlüğünü veya insan haklarına zarar verdiği yerde sınırlanıyor. Aslında konu İslam değil, amaç insanları ve olumsuz hisleri kışkırtmak.”
ALMANYA’DAN NEDEN KAÇIYORLAR
Yapılan araştırmaların burada doğup büyüyen, yüksek öğrenimlerini burada bitiren Türk kökenli insanların bile Almanya’dan kaçtıklarını gösterdiğini hatırlatıp, Künast’a, “Neden bu genç insanlar başka bir ülkeye gitmek istiyor? Neden kendilerini buralı hissetmiyorlar?” diye sormuştum.
Künast, şu yanıtı vermişti: “Önyargılı uyum tartışmalardan dolayı. Şunu tespit etmemiz gerekir, Almanya, göçmenlere özellikle eğitim alanında yeterli imkanlar sunmadı ve hala da sunmuyor. Birçoğu belirsiz ve geçici oturma hakkına sahip, kimilerinin meslek eğitimi sorunları var. Ama burada örneğin hukuk okumuş gençlere de yeterli imkanlar sunulmuyor. Bunun üstüne bir de kışkırtıcı bu tür tartışmalar gelince gençler de başka ülkelere gitmeyi düşünüyorlar. Ama bir taraftan da bunu doğal karşılıyorum.
Aynı şekilde Alman gençleri de birkaç yıllığına Türkiye’ye gitmeli diye düşünüyorum. Bugün Almanya’ya çok turist geliyor ama iyi eğitim almış çok yüksek kalifiye insanlar da bu ülkeyi tercih etmiyor.
Bir taraftan Türk ve Araplara hakaret edip, ardından da örneğin bir Arap veya bir Türk doktorun buraya gelmesini bekleyemeyiz. Öte yandan burada doğup büyüyenler de bu ülkeden gidiyor. Çünkü başka ülkelerde kendilerine daha çok kucak açıldığını düşünüyorlar. Bunun önüne geçmemiz lazım. Bu genç insanların bizim toplumumuzun bir parçası olduğunu kabul etmeliyiz. Bu gençler bizim gençlerimizdir. Gençlerimize sahip çıkmalıyız.”
‘TENEFFÜSTE BİLE ALMANCA’ TARTIŞMASI ÇOK SAÇMA
Almanya’daki bazı okullarda teneffüslerde bile Almancanın dışında başka bir dilde konuşulmasının yasaklanması tartışmalarının yoğun olduğu günlerde Künast’a bu konuda neler düşündüğünü sormuştum.
Yanıtı çok açıktı: “Popülist bir talep. Eğer bir okul, velileri ve öğrencileri ile öyle bir anlaşma yapıp Almancayı teşvik etmek isterse, buna karşı gelmem. Fakat bunlar yukarıdan emirle olmaz. Düşünün hele iki dilli eğitim veren Avrupa okullarında İngilizceyi, İtalyancayı, Türkçeyi veya başka dilleri nasıl yasaklayacaksınız? Böyle bir şey olamaz. Hedef çocuklara birçok dili en iyi şekilde öğretmek olmalıdır. Okullarda teneffüslerde bile Almancadan başka dil konuşulmasının yasaklanması tartışmalarını çok saçma buluyorum.”
O ARAŞTIRMA BİZE TEHLİKEYİ GÖSTERDİ
“FRIEDRICH-Ebert Vakfı’nın yaptırdığı bir araştırmaya göre Almanya’da İslam ve yabancı düşmanlığı artıyor. Buna karşı ne yapılabilir?” diye de sormuştum.
Şöyle demişti: “Tartışmalar objektif ve sağduyulu bir biçimde yürütülmelidir. İslam’ın şiddetle bağlantısı olduğunun yanlış olduğunu tekrar tekrar söylemiz gerekir. Şiddet başka şekilde tanımlanır. Şiddet bir neticedir, bir dinin ürünü değil.
Bu araştırma, böyle basit, aptalca açıklamaların ne kadar tehlikeli olduğunu da gösteriyor. Eskiden ‘Yabancılar işyerlerimizi elimizden alıyor’ gibi önyargı vardı. Önyargılara birlikte karşı çıkmamız gerekir.
Benim endişem asıl problemlerin görülmemesidir. İslam dünyasında da bazı katı inanç sahibi olanlara kendileri gibi olmayanların, benim gibilerin de, başka dine inananların da, inançsızların da kötü insanlar olmadığını anlatmamız gerekir. Bu tür popülist açıklamalardan uzak, ciddi tartışmalar yürütmeliyiz.”