Güncelleme Tarihi:
Dünyanın çeşitli kesimlerinde olduğu gibi Almanya’da da politikacılara güven her geçen yıl azalmaktadır. Son yıllarda yapılan kamuoyu yoklamaları bunu çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır.
Almanya’da kısa bir süre önce yapılan kamuoyu yoklamalarına göre Almanların yüzde 95.6’sı en çok itfaiyecilere güven duymaktadır. Hemşireler, güven skalasında yüzde 93.1’le ikinci sırada yer almaktadır. Gazetecilere güven yüzde 34.2’de kalırken polise güven yüzde 20’ye düşmektedir. Politikacıya güven ise yüzde 10.5’i geçmemektedir. Bu tablo diğer Avrupa ülkelerinde de farklı değildir.
Hiç şüphesiz politikacıların bugünden yarına tutum değiştirmeleri ve çelişkili açıklamalarda bulunmaları, toplumun beklentilerini yeteri kadar göz önünde bulundurmamaları bunda etkin bir rol oynamaktadır. Nitekim bunun en somut ve en son örneğini İngiltere Başbakanı David Cameron’ın, Türkiye’nin, Avrupa Birliği’ne (AB) üyeliği ile ilgili açıklamalarında da görüyoruz.
İngiltere’de ülkenin AB’de kalıp kalmaması için 23 Haziran’da yapılacak referandum öncesi Cameron, inandırıcılığını tamamen sıfırlayan bir açıklamada bulundu. İngiltere’nin AB’yi terk etmesini savunan çevreler, Türkiye’nin tam üyeliğinin kendilerine de zarar vereceğini ileri sürüp, “Türkiye’nin AB’ye girişi ihtimali karşısında yapabileceğimiz hiçbir şey yok” açıklamaları üzerine, Başbakan David Cameron’ın, “Hayır bu doğru değil, üyeliği veto etme hakkımız var. Mevcut reform hızıyla da Türkiye ancak 3000 yılında üye olur” demesi çok şaşırtıcıydı. Neden mi?
David Cameron, 27 Temmuz 2010 tarihinde Türkiye’ye resmi bir ziyarette bulundu. Bu ziyareti sırasında Cameron, Ankara’da şöyle demişti: “Türkiye’nin AB üyeliğini savunmak ve bu üyelik lehine mücadele etmek için burada bulunuyorum...” Şu sözleri kimin söylediğini biliyor musunuz?
“İşte Avrupalı olmayan bir ülke. Tarihi, coğrafyası, ekonomisi, tarımı ve takdire şayan insanlar olsalar da, halkının karakteri tamamen farklı bir yönü işaret eden bir ülke. Tüm iddialarına ve inandıklarına rağmen tam üye olamayacak bir ülke.” Bu sözler kulağa sanki Türkiye’yi tarif eden bir Avrupalı tarafından söylenmiş gibi gelebilir.
Oysa bu sözler, AB katılımı öncesinde General de Gaulle tarafından Birleşik Krallık için söylenmişti.
Evet dönemin Fransa Devlet Başkanı Charles de Gaulle, İngiltere 1961 yılında AB’nin öncüsü konumundaki Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) üyelik için başvurduğunda karşı çıkmıştı.
Hem de İngiltere’nin ekonomik sıkıntılar yaşadığı, Kıta Avrupası’ndan çok farklı ve Amerika Birleşik Devletlerine (ABD) politik açıdan bağlı olduğu gerekçesiyle “Non” (hayır) demişti. De Gaulle, “İngiltere hiç de Avrupalı değil, AET’ye üye olacak olgunlukta da değil” demişti.
Hatta, “Avrupa bir kıtadır. İngiltere ise onun karşısında büyük bir ada” diyerek İngiltere’nin Avrupa’ya ait olmadığını bile ima etmişti. Ama İngiltere AET sevdasından vazgeçmedi. De Gaulle’ün istifasından birkaç yıl sonra 1973 yılında İngiltere, AET’ye tam üye oldu.
Evet, daha 6 yıl önce Ankara’da “Türkiye’nin AB üyeliğini savunmak için buradayım” diyen ve tam destek veren Cameron, bugünlerde “Türkiye ancak 3000 yılında üye olur” diyor. Bu nasıl destek? Bu nasıl güvenilir bir politika? Böyle bir politikacıya nasıl güven duyulur?
İşte bu tür yaklaşımlara tanık olunca insanın aklına “Gel de Schröder’i arama!” demek geliyor. Türkiye’ye 1999 yılında Helsenki’de tam üyelik statüsünün verilmesini ve 2005 yılı itibariyle tüm üyelik müzakerelerin başlamasını sonuna kadar kararlı bir biçimde savunan Almanya’nın Sosyal Demokrat Partili (SPD) eski Başbakanı Gerhard Schröder’i...