Güncelleme Tarihi:
Buna göre Fransa'da, "Avrupa Birliği'nin toplam nüfusunun yüzde 5'inden fazla nüfusa sahip ülkelerin AB'ye tam üyeliği için referandum şartı" getiriliyor. Aslında madde açıkça "Sadece Türkiye'nin üyeliği, referandumla halka sorulacaktır" şeklinde yazılsaydı, belki daha "dürüst" bir davranış olurdu.
Çünkü, 27 üyeli AB'nin toplam nüfusu 495 milyon, bunun yüzde 5'i 24.7 milyon ediyor. Bu durumda sadece ve sadece, 70 milyondan fazla nüfusu olan Türkiye'nin AB üyeliği Fransa Anayasası'na göre referanduma götürülecek. Değişiklik önergesine göre Türkiye'den başka 46.5 milyonluk Ukrayna'nın da olası AB üyeliği referandum gerektiriyor. Ancak Ukrayna'nın AB üyeliği, hiçbir şekilde "telaffuz" edilmiyor. Kaldı ki yapılan kamuoyu yoklamaları, Fransızların Ukrayna'nın üyeliğini desteklediğini gösteriyor. Sonuçta Fransa, en azından Sarkozy görevde olduğu ve sosyalistler iktidara gelmediği sürece, Türkiye'nin üyeliğini halka soracak.
Fransa'nın tahammülsüzlüğü
Diğer yandan Fransa, tamamen "teknik" çalışmalar yürüten AB Ekonomi ve Maliye Bakanları Konseyi'nin (ECOFIN) iki hafta önceki toplantısının sonunda yayımlanacak olan ortak metinde yer alan "katılım" sözcüğünü, Türkiye'nin "üyelik" perspektifini gölgelemek için çıkarttı. Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, içeriği tamamen "teknik" olan böyle bir toplantıda yapılan bu tavrı, "tahammülsüzlük" olarak niteledi. Türkiye, metni bu haliyle kabul etmeyince "ortak metin" değil, tek taraflı bir bildiri olarak yayımlandı. Amaç, yine Türkiye'nin üyeliğinin önüne "taş koymaktı". Aralıkta yapılan AB zirve sonuçlarından da Fransa'nın talebi üzerine "katılım" ifadeleri çıkartılmış, o zaman Fransa'nın bir defaya mahsus olarak bu tavrında ısrarcı olduğu yorumları yapılmıştı. Ama öyle olmadığı kısa zamanda anlaşıldı.
Yine Fransa, açık bir beyanla Türkiye ile "tam üyeliği hedeflediği" gerekçesiyle beş başlıkta müzakerelerin başlatılmasını engelleyeceğini söylüyor ve engelliyor. Daha çok mali ve kurumsal konuları içeren bu beş başlık, Fransa'nın vetosuna uğruyor. Bu arada Fransa, (ne işe yarıyorsa) art arda Türkiye'ye çeşitli yetkililer göndermeyi ve de Türkiye ile ilişkilerini canlı tutmayı ihmal etmiyor. Geçenlerde Nicolas Sarkozy'nin Türkiye ile ilişkilerde kendisine "danışman" olarak atadığı Pierre Lellouche Ankara'ya geldi ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı, 13 Temmuz'da Paris'te yapılacak olan "Akdeniz Birliği Zirvesi"ne davet etti.
Türkiye "Akdeniz Birliği"nin başrol oyuncusu olmalı
Peki, Türkiye'ye karşı adeta "hamasi" tutum içinde olan Fransa'nın "Akdeniz Birliği" projesi nasıl karşılanmalı ve Türkiye bu toplantıya katılmalı mı?
AB haberleri konusunda alanında "bir numara" olan "ABHaber" sitesi, bu konuda bir anket başlattı. Şu ana kadar ankete katılanların yüzde 59'u, Türkiye'nin 13 Temmuz'daki Akdeniz Zirvesi'ne katılmaması gerektiğini, Sarkozy'nin Türkiye'nin önemini ancak bu şekilde anlayabileceğini düşünüyor.
Tabii ki insan, eline fırsat geçmişken Fransa'nın bu "Türkiye karşıtı" tavrına bir cevap vermek istiyor. Ancak durum hiç de görüldüğü gibi değil.
Anlatayım.
Bir kere Fransa'nın "Akdeniz Birliği" fikri, ilk yola çıktığından bu yana çok farklı hale geldi ve AB'nin diğer ülkeleri "dizginleri" ele alarak bu fikri, zaten Türkiye'nin de başından beri içinde bulunduğu ve epey bir süreden beri yürümeyen "Barselona süreci"nin canlandırılması için kullanmaya başladılar.
Ayrıca Sarkozy'nin projesi, AB'nin Akdenize kıyısı olan üyeleri ile Kuzey Afrika ve Ortadoğu'nun Akdeniz ülkeleri arasında ve Sarkozy'nin başkanlığında ortaklık kurulmasını öngörüyordu. Akdeniz'e kıyısı olmayan ülkeler bu ortaklığa katılamayacaktı. Ancak Almanya'nın ağırlığını koymasıyla Sarkozy geri adım atmak zorunda kaldı. Son formül, isteyen her AB ülkesinin Akdeniz Birliği'ne katılabilmesini ve başkanlığın AB ile birlik üyesi olmayan Akdeniz ülkeleri arasında paylaşılmasını öngörüyor.
AB Komisyonu da Fransa Cumhurbaşkanı'nın hesaplarını bozdu. Nicolas Sarkozy'nin ilk iki yıl Akdeniz Birliği'nin başkanı olma planları suya düştü. Sarkozy'nin başkanlığı, Fransa'nın konsey dönem başkanlığı kadar, yani altı ay sürecek. Akdeniz Birliği'nin, temelinin atıldığı 1995 yılından sonra unutulmaya yüz tutan Barcelona süreci, bu projeyle yeniden canlanacak. Bu durum Türkiye için son derece önemli. Çünkü Türkiye, bir Akdeniz ülkesi ve AB ile müzakereleri yürüten ülke olarak, "Akdeniz projeleri"nden, yani "MEDA" fonlarından en çok yararlanan ülke konumunda bulunuyor. Akdeniz'in "güçlü ülkesi" ve "Müstakbel AB üyesi" olması bakımından da bu projede "Başrol" Türkiye'de olacak.
Sonuç: Türkiye mutlaka Akdeniz Birliği içinde yer almalıdır.
Yani bir başka deyişle "Gâvura kızıp, oruç bozmamalıdır."
Fransa, Türkiye'nin AB üyeliğinin önüne geçebileceği her fırsatı değerlendiriyor. En son olarak anayasa üzerinde değişiklik hazırladı ve bu değişiklik...