Güncelleme Tarihi:
Yani göçmenlerin farklı bir kadın hakları anlayışına sahip olduğunu ima etti.
Klöckner, kadın haklarında bir gerileme yaşanmasına meydan vermemek için ‘yeni bir feminizm anlayışı’ geliştirmenin kaçınılmaz olduğunu da söyledi.
İşte bunu duyunca insanın aklına ister istemez, göçmenler ve sığınmacılar yüzünden Almanya’da bazı politikacıların kadın hakları alanında bir gerileme yaşanacağı düşüncesini taşıdığı geliyor.
Nitekim Julia Klöckner gibi politikacıların bunu açık açık telaffuz etmeleri, bu alanda ciddi bir tedirginlik yaşandığını da gösteriyor.
*
Almanya’daki yasalar bu ülkede yaşayan herkes için geçerlidir.
İslam ülkelerinden gelen insanlar için de.
Toplumun her kesiminde olduğu gibi, bu ülkede yaşayan Müslümanlar arasında da geçerli yasalara uymayanlar vardır.
Ama, göçmenler yüzünden Almanya’da kadın hakları alanında gerileme yaşanacağı düşüncesi gerçekten saçmadır.
Alman Anayasası’nın 3. maddesinde “Bütün insanlar yasa önünde eşittir. Erkek ve kadınlar eşit haklara sahiptirler. Devlet, kadın ve erkeklerin eşitliğinin gerçekten sağlanmasını özendirir ve varolan dezavantajların giderilmesi için çaba gösterir” denilmektedir.
*
Evet, Alman Anayasası çok açıktır.
Ama ne yazık ki, birçok alanda hala bu eşitlik sadece kağıt üzerinde kalmaktadır.
Evet, Almanya’nın Başbakanı kadındır.
Angela Merkel, 2005 yılından beri Başbakanlık koltuğunda oturmaktadır.
Julia Klöckner’in üyesi olduğu ve Genel Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığı CDU’nun Genel Başkanı da kadındır.
Angela Merkel, 2000 yılından beri bu partinin, yani CDU’nun lideridir.
Ama Federal Meclis’e baktığımızda tam bir ‘eşitsizlik’ göze çarpmaktadır.
709 sandalyeli Federal Meclis’te 219 kadın milletvekili vardır.
Yani milletvekillerinin sadece yüzde 30.9’u kadındır.
Federal Meclis’te CDU’lu 159 milletvekili vardır.
Bunlardan sadece 41’i, yani yüzde 27’si kadındır.
*
Aynı durum Almanya’nın önde gelen işletmelerinin yönetiminde de gözlenmektedir.
Borsada işlem gören işletmelerin Denetleme Kurullarındaki kadın üye oranın yüzde 30 olması öngörüldüğü halde, hala bu hedefe ulaşılamamıştır.
Yönetim kurullarındaki kadın yönetici oranı ise yüzde 8’lerde kalmaktadır.
Aynı işyerinde aynı işi yaptıkları ve aynı süre çalıştıkları halde kadınlar erkeklerden yüzde 22 daha az para kazanmaktadır.
Bu listeyi istediğimiz kadar uzatabiliriz.
Bunları hiç şüphesiz Bakan Julia Klöckner de bilmektedir.
O halde Bakan Klöckner ve bu ülkede politik sorumluluk taşıyan diğer politikacılar şimdiye kadar neredeydi ‘yeni bir feminizm anlayışı’ geliştirmek için?
Yoksa bu eşitsizliğin ‘suçlusu’ da mı göçmenler, sığınmacılar?
*
‘Demokrasinin beşiği’ olarak bilinen ülkelerin başında gelen İngiltere’de kadın-erkek eşitliğiyle ilgili son yapılan bir araştırmaya bakıyorum.
Hükümet, Londra Borsası’nda işlem gören büyük şirketlerin yönetim kurullarındaki kadın üye oranını 2020 yılına kadar yüzde 30’a yükseltmeyi hedefliyor.
Ama şirketlerin yöneticileri, kadın üye atanmasını engellemek için inanılmaz gerekçeler üretiyorlar.
“Kadınlar yönetim kurulundaki ortama ayak uyduramaz.”
“Yönetim kurulunda görev alacak kabiliyete ve deneyime sahip kadın yok.”
“Yönetim kurulundaki çalışma arkadaşları kadın üye istemiyor.”
“İyi kadınlar çoktan kapışılmış.”
Ne kadar da inandırıcı (!) gerekçeler değil mi?
Çeşitli Avrupa ülkelerinde olduğu gibi İngiltere’de de kadınların eğitim düzeyi erkeklerden daha yüksek.
Böyle olduğu halde, borsada işlem gören büyük şirketlerin bile kapıları kadın yöneticilere hala sonuna kadar açık değildir.