Güncelleme Tarihi:
BERLİN’e 6 yaşında gelmişsiniz...
Dil öğrenmek için bilemem ama geç değildi. Liseden sonra gelenler var. Tam zamanında aslında. Bakış açına da bağlı. İstanbul’da birinci sınıfa gitmiştim sonra buraya geldik.
Alışması kolay oldu mu?
Çok kolay değildi hatırladığım kadarıyla. Lisan sorunu vardı. O yüzden yine birinci sınıftan başladım. Okul sistemine de alışman lazım. Öğretmenlerim inşallah beni seçmez, beni kaldırmaz diye dua ettiğimi hatırlıyorum. Stres yapmıştı. Adapte olmak için tabi ki zaman geçiyor. Hani akşam yatağa yatar uyumazsın ama sabah kalkınca uyuyakalmışım dersin ya bu da öyle bir şey. Zorluk çekiyorsun, ne dedi anlamıyorsun ama birdenbire bir bakıyorsun, şakır şakır Almanca konuşuyorsun. Çocukken daha cesaretli oluyorsun.
Aileniz neden gelmişti Almanya’ya?
70’lerin başlarında bayağı bir Türk aile Almanya’ya geldi. Gelmek de kolaydı. Babam teknik ressamdı, okuyup mimar olmak istiyordu. İstanbul’da da devam etmek istiyordu ama iki çocukla çok zordu. Bir de daha rahat bir hayat sürmek için Almanya’ya istediler. Annem ve babam öyle görünmemelerine rağmen hippi ruhludur.
Önce kim geldi?
Önce anneme iş geldi. Yazılıyorsun, kime iş çıkarsa o geliyor. Yarım sene sonra da baba. Dokuz ay geçmişti, yazın gelip bizi aldılar.
Aile diğer hikayelere göre oldukça rahat geliyor kulağa.
Öyledirler. Avrupa’da yaşamak, ne kadar modern İstanbullu aile olsan da gidip kendi ailenle bir macera yaşamak, çocuklara daha iyi bir tahsil imkanı sunmak öyle şeyler ön plandaydı. O yüzden her şeye çok açıktılar. Hafta sonu Berlin’i gezerdik. Hatta anne babayla gezmekten sıkılırdım (gülüyor). Ama babam bizi müzelere götürürdü. “Avrupa’ya yerleşmişiz” görelim derdi. Daha sonra ben Amerika’da yaşadım. Bir sene New York’ta, altı sene Los Angeles’ta. Gittiğimiz yeri tanıyıp sevdik. Belki de ondan kolay alıştık.
17 yaşında ARD’de sunucu olmanız derken hem merakınız hem aile desteği var demek ki.
O yaşta okula gidiyordum ve “Sunuculuk yapmak ister misiniz?” dediler. Değişik bir tiptim. Hem iyi de Almancam vardı, egzotiktim ve avantajım oldu. Bugün belki bazı şeyler daha zor oluyor. Bana öyle geliyor ki o zaman insanlar değişik olsun daha meraklıydı. Bugün yabancılar diyorlar ve yollar daha sıkıntılı.
Siz de o yolda güzel yürümüşsünüz.
Yürüdüm ama bazı şeyler beni sıktı, ben de Amerika’ya gittim. Oyunculuk eğitimi aldım, televizyon için dizilerde çalışıyordum. Tipimden dolayı hikayeler daha çok yabancılarla ilgili geliyordu. Fena da değildi ama bir süre sonra değişik roller oynamak istedim. Hep Türk ailesi hikâyelerinde oynamak sıkıcı oldu. Üç kez aynı filmi yapmaya lüzum yok. O konularda da güzel karakterler var ama açılmak lazım. Tiyatroda bu mümkündü ama ben daha çok film istemiştim. Hep kendime uygun şeyleri seçerek, yapmak istediklerimi yapmaya çalışarak. Beğenmediğim zaman kafamın estiği yere gittim. Tabi ki bir kariyer yapmak için iyi bir plan değil.
Daha iyisi olabilir diye mi New York’a gittiniz?
Birincisi daha iyisini göreyim dedim. Amerika’yı çok görmek istiyordum. Çocukluğumdan beri Amerika’ya gitmek istiyordum. Amerikan filmleriyle büyümüştüm. Hem kendi başıma bir yerlere gidip yerleşmek istiyordum. O aralar İstanbul’da birkaç filmde oynadım. O zaman “İstanbul’a gel birkaç filmde oynarsın, para kazanırsın” dediler ama bu bana kestirme gibi geldi. Annem babam Berlin’e gelmiş, ben Berlin’den geri dönmüşüm. Tek yol! Bir dünyayı göreyim dedim.
Amerika’dan sonra Berlin’e geri döndüm. Birkaç sene buradaydım. Günün birinde hep İstanbul’a gideceğim derdim, geldim.
O kadar ülkede kaldıktan sonra “Olmadı” diye bir his oturuyor mu insana?
Geri döndüm demiyorsun ama birkaç adım atıyorsun ama bazı şeylerin neden olmadığını biliyorum. Çünkü ben o yollara devam etmedim. Benim düşündüğüm gibi değildi. Şimdi star olsaydım belki başka olurdu. Ama o zamanlar o yollara çıkmadım bile. Çünkü bazı şeylerin bana iyi gelmeyeceğini düşündüm.
Gelelim Türkiye macerasına. Zenne sonra da Zerre. İstanbul’a dönmek için neden miydi?
Önce Zenne için geldim. Ondan evvel Almanya’da bir dizideydim. Bir süre İstanbul’da olmak istiyorum dedim. O zamandan beridir çoğunlukla İstanbul’dayım. Zenne’yi çektik sonra Zerre çıktı. Ardından dizi ve devlet tiyatrosu. Önüme gelen her ilginç işi almaya çalışıyorum.
Almanya’da Türk toplumu denilince entegrasyon konusu hemen açılıyor. Bu bir problem mi?
Bir problem olarak görmüyorum. Kendi dünyamda yaşıyorum biraz. Amerika’da bir müddet yaşadıktan sonra burayı görüş açım değişti. Türküz-Almanız, Almanlar ne istiyor, Türkler neden olmuyor falan o konulardan çıktım. Amerika’da karışık bir toplum var ama sonuçta herkes Amerikalı. Herkes istediğini yapıyor. Ben de keşke burada bütün Türklere Alman vatandaşlığı verilse, ellerinde de Türk pasaportları da olsa… Benim öyle bir şansım oldu. İstanbul’da kendimi Türk olarak görüyorum. Burada da yaşama hakkı olan birisi olarak yaşıyorum. Bu bana bir emniyet veriyor. Keşke tüm Türklerde olabilse. Ama bana sorarsan hiçbir zaman Alman değilim, olmayacağım. Olmak da istemiyorum. Kültürümü de hiçbir zaman bırakmayacağım ama Alman vatandaşıyım. Amerika’da herkes Amerikalıydı ama hiç kimse Amerikalı değildi. Entegrasyon ne demek? Zaten bu kelimeyle toplumdan ayırıyorsun.
PARA KAZANMAK nerede daha kolay
İSTANBUL’da daha zor. Projeler güven verici değil. Güzel bir dizi süper bir karakter, yerleşiyorsun. İlk bölüm iki ayda çekiliyor. Eve yerleşiyorsun, yarım sene oynuyorsun, yayından kaldırılıyor.
İstanbul’da çok güzel para kazanırsın diyenlere yanıt verdiniz mi?
Demedim. Tabi ki sonuçta Türkiye’ye göre çok iyi para kazanıyorsun. Ama Almanya’ya geliyorum. Beş günlük çekimim varsa plan değişmiyor. Parası belli. Türkiye’de bir sinema filmine gireceksin, başka işleri bırakıyorsun o iş olmuyor. Garanti yaşamak her zaman güzel değil ama bazen güvenli para için iş yapıyorsun.