En büyük mimarı kaybettik

Güncelleme Tarihi:

En büyük mimarı kaybettik
Oluşturulma Tarihi: Ekim 11, 2008 07:42

?NL? şair, edebiyat?ı ve Uluslararası Ağa Han mimarlık ödülü sahibi Nail Çakırhan 98 yaşında hayata veda etti.

Haberin Devamı

?nlü şair, edebiyat?ı ve Uluslararası Ağa Han Mimarlık ?dülü sahibi Nail Çakırhan 98 yaşında hayata veda etti. Muğla ?zel Yücelen Hastanesi?nde 16 gündür kolon kanseri tedavisi gören Çakırhan?ın ölümü edebiyat ve sanat dünyasını yasa boğdu.

Şiirden mimarlığa uzanan geniş bir yelpazede adını tüm dünyaya duyuran, Cumhuriyet dönemi aydınlarından Nail Çakırhan 98 yaşında hayata gözlerini yumdu. Gökova sevdalısı ve Akyaka?nın mimarisine damgasını vuran Çakırhan ü? yıl önce kolon kanserine yakalandı. Beldede ?ok sevilen ve örnek alınan şair İstanbul?da tedavi gördü. Çakırhan son zamanlarda durumunun ağırlaşmlaşması üzerine Akyaka?da Yücelen Hastanesi?nin sahibi, yakın dostu Hamdi Yücel Gürsoy?a ``Muğla topraklarında ölmek istiyorum'' dedi. Çakırhan 16 gün önce ?zel Yücelen Hastanesi?ne kaldırıldı. Ağrı tedavisi gören Çakırhan geceyarısı hayata gözlerini yumdu. ?zel Yücelen Hastanesi Başhekimi Dr. Necdet Doğu, ``Rahatsızlığı ilerlemişti. Burada ağrılarını dindirmek i?in tedavi uyguluyorduk. Maalesef yaşam savaşını kaybetti'' dedi. ?zel Yücelen Hastanesi sahibi Hamdi Yücel Gürsoy da, ``Sanat, edebiyat ve mimarlık dünyası yaşayan en büyük devini kaybetti. Ben onu baba kadar severdim. Onun sözleri, şefkati, hayata bakış a?ısı ve sevgisi hepimize örnek olmalı'' dedi. Nail Çakırhan?ın cenazesi pazartesi günü Akyaka Camisi?nde öğle namazının ardından kılınacak cenaze namazından sonra ailesinin isteği ile Akyaka Mezarlığı?nda toprağa verilecek.AKYAKA?YI AKYAKA YAPAN ADAMAkyaka?nın bugünkü mimarisinde önemli rol oynayan Nail Çakırhan, 1980?li yılların başında yaptırdığı Ula mimarisi tarzındaki evi ile 3 Eylül 1983?te Uluslararası Ağa Han Mimarlık ?dülünü kazanmıştı. İki ustanın yardımıyla inşaata başlayan Çakırhan, geleneksel mimarinin bugünün koşullarıyla buluştuğu, ?evreyle ve doğayla bütünleşen, zarif işlemelerle bezeli, ahşap balkonlu, iki katlı evi ile tüm Akyaka?ya damgasını vurmuştu. Sosyal ve ekonomik yaşantının ihtiya?larına cevap verecek şekilde yapılan binada, Nail Çakırhan yörenin doğal kaynaklarından yararlanmıştı. Akyaka?da Nail Çakırhan evi bir gelenek ve kültür haline gelmişti. 1998 yılında bu müze-ev bir kültür ve sanat merkezi olarak hizmete girdi. Bunun ardından Akyaka?da yaptırılan evler, pansiyonlar hatta bazı oteller de aynı tarzı benimsedi. Çakırhan, Letonia, Montana gibi tatil köyleri ile Dalyan, Bodrum, Muğla, Dat?a ve Fethiye?de de binalar yaptı.

Can Yücel, en büyük mimar i?in ''Yüksek mimardan ge?ilmeyen bu ülkede yüksek olmayan mimar bir tek Mimar Sinan var" diyordum. Bir ikincisi var yüksek olmayan bir mimar NAİL...'' yorumunda bulunmuştu.

Nail Çakırhan kimdir?Nail Çakırhan i?indeki şiiri gen?lik yıllarında şair olarak, olgunluk döneminde ve ileri yaşlarda mimar olarak ortaya koyan bir yaratıcı.1930'da Nazım Hikmet'le birlikte yayımladıkları '1+1=Bir' adlı şiir kitabında ve 1930'lu, 40'lı yıllarda dergilerde ?ıkan şiirlerinde Nail V. imzasını kullandığı i?in edebiyat ?evreleri onu daha ?ok bu adla tanıyor. Adı Nail Vahdeti olan Nail Çakırhan'ı ise neredeyse bilmeyen yok. ?nü ülke sınırlarını ?oktan aşmış.1910 Ula doğumlu, Molla Ahmatlar'dan Halise Hanım'la Hacı Çakırhan'dan Ali Efendi'nin ilk ?ocukları. O tarihlerde nüfusu yaklaşık 3.000 olan Ula, geniş bah?eler i?indeki beyaz badanalı evleri, ulu ağa?ların gölgelediği ?arşısıyla; neşeli, sakin, sevecen insanları ile derin izler bırakmış Nail Çakırhan'da.Çocukluğunun en mutlu dönemi 1914'te Birinci Dünya Savaşı'nın patlamasıyla gölgelenir:"Hatırladığım ilk görüntüde, gece ocak başında yan yana oturmuş büyükler var. Herkes ağladı ağlayacak durumda. Koleradan, kire? kuyularından bahsediyorlar. Harp ne demek henüz bilmiyorum ama anlatılanları can kulağı ile dinliyorum..."Gen?lerin ?oğu askere gitmiş. Tarlalarda yalniz kadınlar ve yaşlı erkekler ?alışıyor artık. A?lık kapıda..."Dedemi harırlıyorum. Gen?liğinde cepken işleyen bir terziymiş. Ben bildiğim zaman terziydi. Kısa boylu, sakalı göbeğinin üstüne kadar uzayan bir ihtiyar... Koca ovanın ortasında oturmuş, elinde sopasıyla patates ?ıkaran uzun sakallı kücük bir adam fotoğrafı olarak hep gözlerimin önünde."Babası Kafkas cephesine gönderilmiştir. Annesi hamile."Günün birinde babamdan mektup geldi. Çi?ek bulduğunu yazıyor. Seviniyorum. Çi?ek bulmanın ?i?ek hastalığına yakalanmak olduğunu söylemiyorlar bana...Birgün dedemle dükkanın önünde otururken yoldan ?ok zayıf bir adam ge?ti. Sırtında torbası ile hayalet gibi biri... Kimse tanıyamadı. Babammış! O yakışıklı adam ?i?eğin harap ettiği yüzünü kimseye göstermek istemiyor..."Çocukluğu baba evinden ?ok dedesinin bitişikteki ahşap işlemeli toprak boyamalı evinde ge?er. Okuma yazmayı daha okula başlamadan, evde amcasından öğrenir. Kaydı, sınavla doğrudan ikinci sınıfa yapılır ve altı yıllık rüştiyeyi birincilikle bitirir.1921'de Muğla'daki İdadiye yazılır. Ula dışına ilk ?ıkışıdır bu. Arkadaşlarından biriyle kiraladıkları han odasında yatıp kalkarlar. Tatil günlerinde Muğla'dan Ula'ya iki bu?uk-ü? saatlık yolu atla, at olmadığında yürüyerek gidip gelmesi gerekir. Yaşıtlarından ?ok büyüklerle birlikte olmaktan hoşlanan, i?e kapanık bir ?ocuktur. Boş zamalarının tümünü okul kitaplığında ge?irir. Okul bittiğinde kitaplıkta okumadığı kitap kalmamıştır.1925'te vali muavini olarak Konya'da bulunan bir hocasının aracılığıyla Konya Lisesi'ne yatılı öğrenci olarak girer. Orada Ahmet Hamdi (Tanpınar), Saadettin Nüzhet (Ergun) gibi değerli hocalarla karşılaşır. Onuncu sınıfta "Kervan" adında bir dergi ?ıkarır. Bu dergide 1927 yılında yayımladığı bir şiiri yüzünden kadınlara hakaret ettiği gerek?esiyle mahkemeye verilir. Oysa Faruk Nafız Çamlıbel'in okul kitaplığında bile yer alan dizelerine öykünmekten öte birşey değildir yazdığı. ?n sıraları kadınların doldurduğu kalabalık duruşma gününde savcı, mahkumiyetini, başka su?u olmadığı i?in cezasının tecilini talep eder."Tecil nedir bilmiyorum. Dinleyiciler arasında 'tecil isteme!' diye bağıranlar oldu. Ben de 'Tecil istemiyorum' dedim. Mahkeme heyetindekiler gülerek i?eri ?ekildiler, on dakika sonra geldiler. Hakim, 'Karar verilecek, Ayağa kalkın!' dedi. Ben ayaktayım ama boyum kısa... 'Ayaktayım' dedim. Dinleyiciler, avukatlar gülüşmeye başladılar. Karar a?ıklandı: Beraat."'BIRAKIN ÇOCUĞU. AYIPTIR'Lise sonda da yine arkadaşlarıyla ?ıkarığı 'Halka Doğru' dergisinde yayımlanan 'Alev Yağmuru' başlıklı şiiri yüzünden derde girer başı. Müstebitlerden, derebeylerinden söz eden bir şiirdir bu. İhbar üzerine Konya Emniyeti tarafından gözaltına alınır. Tam da bakalorya (olgunluk) sınavlarına hazırlanmaktadır. Sorgulamalardan sonra, onun yanında, yetkililerle Ankara arasında bir telefon konuşması ge?er. Telefonun öteki ucundan verilen talimatı ?ok net olmasa da duymuştur? 'Bırakın ?ocuğu! Ayıptır...' Atatürk'tür bu talimat veren."Ben bu şiirle Atatürk'ü değil, Muğla'daki ağaları benzetmiştim derebeylerine. Atatürk biz gen?ler i?in müthiş bir deha, taptığımız bir insandı. Ona hakaret etmeyi düşünmem bile münkün değildi. İşgüzarın biri şiiri ters yorumlamiş ve nezarete attırmıştı beni. Sınavlara polis refakatinde gidip geldim."Aynı siiri yüzünden bir kez de İstanbul'da dava a?ılır hakkında. Resimli Ay dergisinde ?alışmakta olan Nazım Hikmet ?ok beğendiği şiiri Hukuk Fakültesi öğrendilerinin ?ıkarmakta oldukları 'Hareket' dergisinde yayımlatmıştır. ?stelik de tam sayfa ve iri puntolarla. Konya'da takipsizlik kararı aldığı halde İstanbul'da ki davada altı ay ceza yer. Ancak, temyiz bu kararı resen bozar ve beraatına karar verir. Nazım Hikmet'le de bu olay dolayısıyla tanışırlar.Lise bitirme ve olgunluk sınavlarında ?ok iyi notlar almış, yüksek öğrenimini parasız yatılı olarak yapma hakkı kazanmıştır. İstanbul Tıp Fakültesi'ne yaptırır kaydını. Bir süre sonra doktorların ge?im kaynaklarının başkalarının hastalığına bağlı olduğu düşüncesiyle Tıbbiye'yi bırakıp Hukuk Fakültesi'ne ge?er. Benzer düşüncelerle oraya da fazla ısınamaz. Nazım Hikmet'in önerisiyle basında ?alışmaya karar verir. Bir yandan Cumhuriyet gazetesinde düzeltmenlik yapar, bir yandan Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ne devam eder ve bol bol şiir yazar.Yazdıkları Resimli Ay'da yayımlanır.NAZIM'LA CEZAEVİ ARKADAŞI Nazım'la dostlukları kısa sürede ilerlemiştir. 1930'da ortak kitapları '1+1=Bir'i ?ıkarırlar. Bir dönem Nazım Hikmet'in babasının evinde birlikte yaşarlar. İki yıl sonra da 'komünist teşkiları kurmak'tan gözaltına alınırlar."Cağaloğlu yokuşundaki polis teşkilatında bir ay boyunca işkence gördüm. Sonra da otuz arkadaşla birlikte cezaevine düştük. Bursa Cezaevi'nde Nazım'la aynı koğuştaydık. İki bu?uk yıl kaldık. O bol bol şiir yazıp durdu..."1933'te, Cumhuriyet'in onuncu yılı nedeniyle ?ıkarılan genel aftan yararlanır ve 1934'te serbest kalırlar. İş istemek i?in yine memleketlisi Yunus Nadi'ye başvurur. Cumhuriyet gazetesiyle birlikte Hayat Ansiklopedisi'nin düzeltmenliğini üstlenir.Uğruna işkence gördüğü, hapislerde yattığı sosyalizmin ne olduğunu tam olarak bilmiyordur. ?ğrenebilmek amacıyla 1934'te kimseye haber vermeden ortadan kaybolur. İstanbul'dan Hopa'ya, oradan da bir arkadaşının yardımıyla Sovyetler Birliği'ne gider. Komintern'le ilişki kurar ve Moskova'da Puşkin Meydanı'na yakın bir yurtta ü? ay Rus?a öğrenir. Ardindan Moskova Doğu Halkları ?niversitesi'ne (KUTV) girer. Orada iki bu?uk yıl sosyalizm ve ekonomi görür. Stalin, Tito, Hoşimin, Kurş?ev, Dimitrov gibi önemli siyaset?ilerin bazılarını görür. Bazılarıyla tanışma fırsatı bulur. ?ğrenimi sürerken bir yandan da uygulamaları yakından görmek ister ve kendi isteği üzerine Moskova yakınlarında bir tekstil fabrikasına gönderilir.'EVLENDİM'"Fabrika da dört bin kadar kız ?alışıyor, hepsi de 18-20 yaşlarında. On kadar da erkek... Nasıl kurtulursun dört bin kızdan? Evlendim."Evlendiği kızın adı Taisa'dır. Yönetimin pek hoşuna gitmese de engel olunmamıştır evlenmelerine. Sekiz ay sonra bir talimat gelir: İkinci Dünya Savaşı Çıkmak üzeredir. Orada bulunanların savaş sırasında ?alışmalarını kendi ülkelerinde sürdürmeleri uygun görülmüştür. Hemen yola ?ıkması istenir.1937 yılının 27 Nisan günü sekiz aylık hamile karısından apar topar ayrılıp birka? Türk'le birlikte Odesa'ya gider. Oradan da bir takaya binip İstanbul'a doğru yola ?ıkar. Limanlara uğramadan dört gün a?ık denizde yolalan takadan Rumelihisarı'nda iner. Geceyi Beyoğlu'nda bir hamam da ge?irir be Bandirma-İzmir üzerinden gizlenerek memleketine ulaşır. Daha birinci hafta onu Ula ?arşısında gören nahiye müdürünün ihbarı üzerine yakalanır. Tutuksuz olarak yargılanır ve sınırı pasaportsuz ge?mekten başka su?u olmadığı i?in aldığı hafif ceza tecil edilir.Yurda dönüşünün ilk ayında askere alınır. Manisa Piyade Tümeni'nde muhasebe işlerine bakmakla görevlendirilir. Subaylık hakkından yoksun bırakılsa da iyi, muamele görür askerde. 1937 sonlarında sağlık nedenleriyle hava değişimi alır, sonra da ?ürüğe ?ıkarılır.1938'de Tan gazetesinde ?alışmaya başlar. Bir dönem kitap?ılık yapar, Çocuk Esirgeme Kurumu'nda muhasebeci olarak ?alışır. Bugün emekli olan ama bilimsel ?alışmalarını aralıksız sürdüren ünlü arkeolog Profesör Halet Çambel o sırada üniversitede asistandır. Türkiye'nin Olimpiyatlara katılan ilk bayan sporcusu, Sorbonne mezunu gen? bir hanım... Atatürk'ün yakın arkadaşlarından Hasan Cemil Çambel'in kızı. Aile evlenmelerine karşı ?ıkar, ama onlar kararlı davranır ve gizlice evlenirler. Sevgi, dostluk ve dayanışma temelinde yükselen örnek beraberliklerinin ilk yıllarında, ge?imlerine katkı sağlamak i?in ?eviriler yaparlar.1945'te Sabiha ve Zekeriya Sertel'in ?ıkardıkları Görüşler'in dergi sekreteridir Nail V. Yakın tarihimizin bu önemli dönemecinde ?ıkan Görüşler'in ilk sayısı o güne kadar görülmedik bir rekor kırarak 55 bin satar. Ne varkı ikinci sayı ?ıkamayacak, 4 Aralık 1945'te Tan Matbaası yakılacaktır.1946'da kurucuları arasında yer aldığı Türkiye Sosyalist Emek?i Partisi'nin kapatılması üzerine tutuklanır ve dört yıl yattıktan sonra 1950 affından yararlanarak serbest kalır. On beş gün sonra da yurtdışında tedavi görmekte olan Halet Çambel'in yanına giderek İtalya, Fransa, İsvi?re, Avusturya'da toplam bir bu?uk yıl kalır.İşsiz bir adam olarak Türkiye'ye dönüşü, kendisinin de öngörmediği yeni bir evreye doğuşun ilk adımıdır. Adana Karatepe'de Prof. Bossert'le birlikte kazı yapmakta olan Halet Hanım'ın yanına gider. Kazıda ?ıkan arkeolojik buluntuların restarosyonu, korunması ve sergilenmesi i?in geniş bir alanın sa?aklıkla örtülmesi gerekmektedir. İşe başlayan müteahhit bırakıp gitmiş, yerine yenisi bulunamamıştır. Avan projesini mimar Turgut Cansever'in yaptığı işi yürütmek Nail Çakırhan'a kalır. Oysa hi?bir deneyimi yoktur bu konuda, ?ivi bile ?akmamıştır. Harıl harıl kitap okur, ustalarla konuşur ve son derece başarılı bir uygulama ?ıkarır ortaya. Türkiye'nin ilk a?ık hava müzesi ve ilk geniş sa?aklı '?ıplak beton' uygulamasıdır bu. İş bu kadarla kalmaz: kazı evi, karakol, orman bölge şefliği binaları, bölge yatılı okullarının inşaatı gelir ardından. Bu süre?, aynı zamanda, idealist bir yurtseverin, Nail Çakırhan ve Halet Çambel ?iftinin ?eşitli engellemelere karşın kendileriyle dayanışmaya giren her kademeden yönetici, melektaş ve yöre halkıyla birlikleri örnek bir ?alışmadır.1963'te Ankara'da, projesi yine Turgut Cansever'e ait olan Türk Tarih Kurumu binasının inşaatını ger?ekleştirir. Ardından Alman El?iliği'ne bağlı Alman Lisesi'nin yapımı gelir. Aynı yıl, Halet Çambel Ergani'de Chicago ?niversitesi işbirliği ile kazıya başlamıştır. Orada da bir kazı evi yapar, kazılara yardım eder. Katkılarından dolayı eşiyle birlikte Chicago ?niversitesi'nin davetlisi olarak Amerika'ya ?ağrılır. ?stelik süresiz vize verilmiştir. Gidemezler.Yoğun ?alışmarlardan yorgun düşmüş, sağlığı bozulmuştur.1970'te, doktor tavsiyesine uyarak eşiyle birlikte Akyaka'ya gider. Dinlenebilecekleri, huzur i?inde ?alışabilecekleri bir eve gereksinim duyarlar. Akyaka'da iki dönüm toprak alır ve iki ustanın yardımıyla inşaata başlar. Geleneksel mimarimizin özelliklerini günümüz koşullarıyla buluşturan, ?evreyle doğayla bütünleşen bu kü?ük ev harikulade estetiği ile hayranlık uyandırır görenlerde. Peş peşe talep gelmeye başlar.Yakın dostları, arkadaşları kendileri i?in de ev yapmalarını isterler. Ardından turizmciler... Hi?birini kıramaz.EN B?Y?K MİMARLIK ?D?L?N? ALIR1983'te, aklının ucundan bile ge?meyen bir sürprizle karşılaşır. Dünyanın en saygın mimarlık ödüllerinden Ağa Han Uluslararası Mimarlık ?dülü verilir Çakırhan'a. Mimarlık eğitimi almamış, kendi kendini yetiştirmiş birinin böylesi önemli bir ödüle layık görülmesi akademik ?evreleri ayağa kaldırır. Mimarlıkta alaylı-mektepli, geleneksel-?ağdaş tartışmaları yıllarca sürer.?dülden gelen parayle Muğla'daki eski bir hanı Kültür Evi olarak restore eder. Ardından otel inşaatları, Letonia, Montana gibi büyük tatil köyleri gelir. Akyaka, Dalyan, Bodrum, Muğla, Dat?a, Fethiye'deki birbirinden güzel yapılarıyla ge?mişin değerlerini günümüze ve geleceğe bağlayan bir ad olarak efsaneleşir.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!