Efsaneleri sevdiren adam

Güncelleme Tarihi:

Efsaneleri sevdiren adam
Oluşturulma Tarihi: Haziran 06, 2015 11:29

Dünyanın çeşitli kesimlerindeki müzelerde başka ülkelere ait tarihi eserler sergilenmektedir.Bu yeni bir şey değildir.Yıllardır böyledir.Örneğin Londra’daki British Museum’da (İngiliz Müzesi) İngilizlerin Birleşik Krallık’ın sömürgelerinden veya başka ülkelerden alıp getirdikleri, daha doğrusu çalıp getirdikleri çok sayıda tarihi eserler vardır.

Haberin Devamı

Eski Yunan heykel ve rölyefleri, Asur heykelleri, Mısır mumyaları, Azteklerin maskeleri
ve daha birçok tarihi eser bu müzede sergilenmektedir.
İngiliz Müzesi’nde Karya Kralı Mausolos’a ait Bodrum’daki anıt mezar ve Anadolu’nun diğer kesimlerinden alıp getirilmiş eserler de vardır.
Hera, Athena ve Aphrodite’in katıldığı güzellik yarışmasını gösteren ve asıl vatanı Antakya olan mozaik eser Fransa’nın başkenti Paris’teki Louvre Müzesi’n

Efsaneleri sevdiren adam
de sergilenmektedir.
Yine asıl yeri Antakya olan Dionysos Mozaiği, Amerika’da Worcester Müzesi’nde sergilenmektedir.
Aynı şey Almanya için de geçerlidir. Başkent Berlin’deki Pergamonmuseum (Bergama Müzesi) Anadolu’dan getirilen eserlerle doludur.
Daha kapısından adım atar atmaz kendinizi tarih kokan bir Ege kentinde hissettiğiniz bu müzede; Zeus Sunağı, Athena Heykeli, Milet’teki Roma Çarşı’nın 17 metre yüksekliğindeki Kuzey Kapısı’nı, Aphrodisias-İhtiyar Balıkçı heykelini, Beyhekim Camii’nin çini mozaikli mihrabını görüyorsunuz.
Osmanlı Padişahı 2. Abdülhamid’in armağan ettiği bu tarihi dev eserler, her yıl milyonlarca kişi tarafından ziyaret edilmekte.
Bu dev eserlerin taa Bergama’dan, Didim’den, Bodrum’dan, Manisa’dan, Boğazköy’den ve başka kentlerden nasıl buraya getirildiğini merak ediyor insan haklı olarak.

* * *

Bu eserler parça parça sökülüp numaralanmış, katırlarla ve develerle tepelerden aşağıya indirilmiş, oradan da kağnılarla Çandarlı Limanı’nda bekleyen Alman gemilere taşınmış.
Sonra da daha büyük gemilere yüklenip önce İzmir Limanı’na oradan da Kuzey Denizi’ndeki limanlara taşınmış.
Tabii oradan da demiryoluyla Berlin’e.
Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı’nın girişimi ve kararlı tutumu sayesinde bu eserlerden bazıları Türkiye’ye iade edildi.
Ama başkent Berlin’de şu anda restorasyon çalışmaları sürdürülen Bergama Müzesi’nde hala bir Anadolu Tarihi yaşanıyor, yaşatılıyor.
Tüm öykülerini okuduğum halde, herkes gibi ben de Bergama Müzesi’ne her girişimde kendi kendime “1880’li yılların ikinci yarısının koşullarında bu dev eserler buraya nasıl taşındı?” diye sorarım hep.
Ama bunu sormayıp, o dönemdekilerin olmasa bile daha sonraki dönemlerde bu eserlerin yağmalanmasına tanık olanlar da var.
İşte bunlardan biri de benim, “Efsaneleri sevdiren adam” gözüyle baktığım bilimadamı Yaşar Atan.

* * *

Yaşar Atan, Aydın’ın Karacasu İlçesi’nde doğmuş.
Liseyi bitirdikten sonra Fransız Dili ve Edebiyatı okumuş.
Liselerde Fransızca öğretmenliği yapmış.
Fransa’da Aix-en-Provence ve Paris Sorbonne Üniversitesi’nde edebiyat ve felsefe üzerine çalışmalar yapmış.
Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Fransızca bölümünde öğretim görevlisi olarak çalışmış.
Ancak nereye giderse gitsin, doğup büyüdüğü yerlerin tarihi, taşları toprakları onun peşini hiç bırakmamış.
O yüzden de kendisini efsanelere, mitolojiye vermiş.
“Çocukluğum Karacasu İlçesi’ne bağlı Afrodiyas’ta; ayakta kalabilen ve bizden sayılmayan o mahzun tanrı, tanrıça ve belgelerin arasında geçti” diyen Yaşar Atan, çocukluk dönemindeki anılarınyla ilgili şunları yazmış: “O zamanlar yabancı gezginlerin hep bir şeyler alıp götürdüklerini görürdüm. Ben de durumu kaymakam, savcı amcalara yana yakıla anlatırdım. ‘Ne olur bunların götürülmesini engelleyin’ diye adeta yalvarırdım. Ama onlar beni gülerek dinlerlerdi!... Sonradan öğrendim; böylesi eserleri alıp götürmenin cezası yokmuş. O yüzden de dünya müzeleri bu heykellerle dolup taşıyordu...”
Yaşar Atan, ülke halkının da bu eserlere sahip çıkmamasından yakınıyor ve “Üstelik çocukluğumun geçtiği yöredeki evler, bütün antik kentlerimizde olduğu gibi, oraların heykelleri kırılarak yapılmıştı” diyor.
Evet, antik tarihin içinde doğan Yaşar Hoca, kendini efsanelere vermiş.
Andre Bonnard’ın mitologyayla ilgili İnsan ve Tragedya kitabını Fransızca’dan Türkçe’ye çevirmiş.
Akdenizli Tanrılar ve Akdeniz Mitologyasından Efsaneler başlıklı kitaplarında en ünlü ve en yaygın mitosları öyküleştirmiş.
İlyada ve Odesa destanlarını da...
Başka bir çok çeviri ve eserlere imza atmış.

* * *

Yaşar Atan, geçen yıl da Homeros’un İzinde-Troya’dan Savaş Efsaneleri başlıklı bir kitap yayınladı.
“Dilimizde efsane, söylence ya da mitos dediğimiz öyküler ve onların toplamından oluşan mitoloji (mitologya) gibi sözcükler gerçekten de çoğumuza yabancı geliyor. Gerçi bu sözcükleri duyduk duymasına, onun üzerine bir şeyler de biliyoruz ama onların ne olduğunu ne yazık ki, tam olarak bilmiyoruz, daha doğrusu bilemiyoruz... Çünkü mitoloji ve onun tetiklediği sanat yapıtlarından genellikle hep uzak kaldık” diyor Yaşar Atan.
Bu efsaneleri herkesin anlayabileceği bir dille kaleme alıyor ve “Avrupa’ya gidenlerimizin
çoğu meydanlarda, üniversite avlularında, örneğin omuzları üzerinde dünyayı taşıyan heykellerin, posta arabalarındaki Hermes adının ‘Demeter Ekmekçisi’ yazan fırınların anlatmak istediklerini çoğunlukla anlamıyordu... Oysa Batılılar, Anadolu kaynaklı bu mitolojinin tetiklediği kültürle harmanlanmışlar; Böylece uygarlıklarını oluşturmuşlardı...” satırlarına yer veriyor Yaşar Atan.
Ve “Kısacası Batı uygarlığı Anadolu’dan geçer” diyor...
“Uğraş olarak seçtiğim Anadolu kaynaklı mitolojinin tetiklediği uygarlık, Mezopotamya’da Sümerlerle başlıyordu. Haliyle zaman içinde evrilerek sürüp giden mitoloji efsaneleri ve onun tetiklediği kültür daha sonra Yunanistan ve İtalya’ya geçti diyor Yaşar Hoca.
“Mezopotamya’daki Sümerlerden evrilerek gelen uygarlık kalıtlarını ve onun mitologyasını kullanan antik çağdaki Grek sanatçılar ve bilim insanları; örneğin tiyatro, şiir gibi edebiyat, felsefe, heykelcilik, musiki dallarında çeşitli sanat yapıtları ürettiler... Ve bu yapıtlarıyla da uygarlığın önünü araladılar... Greklerin mitologyası daha sonra Romalılara geçti ve haliyle yeniden değişim ve dönüşümlere uğradı... Ondan çok sonraları da Avrupalılar, bu mitologyayı ve onun tetiklediği kültürü alıp benimsediler... Böylece bu mitologya, Batı uygarlığı denen oluşumun mayasını ve hamurunu oluşturdu; bütün sanat ve bilim dalları, bu mitologyanın yoldaşlığında serpilip gelişti...” satırlarına yer veriyor.
En büyük dileğini ise şu satırlarla ifade ediyor: “Kısacası Avrupa uygarlığı Anadolu’dan geçmekteydi. O yüzden Avrupalı gençler gibi bizim gençlerimizin de, Anadolu topraklarının özsuyu olan aynı mitologyada ve ondan kaynaklanan aynı kültürle beslendiğini görmek en büyük dileğimdi... Çünkü insanlığın en güzel çağını gençlerimiz şekillendirecekti” diyor Yaşar Atan.
Türkiye’deki üniversitelerde gençlere bu alanda ders vermeye başladığı için de bu dileğinin gerçekleştiğini de söylüyor.

* * *

Kitabında hepimizin duyduğu ancak içeriğini doğru dürüst bilmediğimiz efsaneler yer alıyor.
Ölümsüz Homeros, Tanrıça Tetis, Patroklos ve Andromahe, Sarpedon ve Güzel Helena, Hektor ve Gökkuşağının Tanrıçası İris, Olisposlu Tanrılar gibi efsaneler.
Tabii Tanrıça Oğlu Ahilleus ve Troya Atı da.
Akıcı bir dille, herkesin anlayabileceği bir biçimde yazılmış efsaneler.
İşte örnek bir efsane: “Daha hiçbir şeyin varolmadığı o eski zamanlarda ‘kaos’ denen büyük bir boşluk vardı yalnızca. Bu büyük boşlukta da zaman içinde, kocaman bir yumurta oluşup olgunlaştı ve bir gün ortasından çatlayıp boydan boya ikiye bölünüverdi! Yumurtanın içinde oluşmuş ilk tanrısal yaratık, hemen ayaklarıyla alt kabuğu aşağıya doğru itti; Böylece ‘Yeryüzü’ oluştu. Elleriyle de üst kabuğu yukarı doğru itti ve ‘Gökyüzü’ oluştu...Yumurtanın içinde oluşup çatlamış kabukları iten bu ilk kanatlı tanrısal varlığın adı da, ‘Eros’ denen Aşk’tı. İşte Yeryüzü ve Gökyüzü; yaratıcıları olan Aşk yüzünden, birbirlerine hemen deli divane vuruluverdiler... Gökyüzü, Yeryüzü’ne duyduğu o sınırsız sevgisini kanıtlamak için mavi giysilerini, ışıl ışıl yıldızlarla, ayla, güneşle donattı hemen... Ve mevsimine göre yağmur yağmur, ışık ışık yağdı sevgilisi olan Yeryüzü’nün topraktan bedeni üstüne... Yeryüzü de, aşık olduğu Gökyüzü’nün yağdırdığı o ışık ve yağmurları; topraktan bedeninin bütün istek ve sıcaklığıyla, en güzel bitkilere, tahıllara, en lezzetli meyve ağaçlarına dönüştürdü... Ve onların bu karşılıklı sevgileri ve üretimleri sürerken, Aşk oklarının yaramaz tanrısı Eros da hep yanlarında oldu... O durmadan aşk okları gönderdi iki sevgilinin yüreklerine.. Bu yüzden de Yeryüzü’nü ve Gökyüzü’nü artık hep o Eros denen Aşk yönlendirmeye başladı...”

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!