Güncelleme Tarihi:
111.9 km uzunluğunda beton ve taştan duvar...
44.5 km uzunluğunda “metal duvar”...
186 gözetleme kulesi....
İşte Almanya'nın şu andaki başkenti Berlin'i Doğu ve Batı olarak ayıran duvarlarla ilgili birkaç rakam.
Doğulular tarafından “Faşizmden korunma duvarı”, Batılılar tarafından da “utanç duvarları” olarak nitelen duvarlar...
28 yılı aşkın süre kenti ikiye ayıran, insanlara acı çektiren, bazılarını da öldüren duvarlar...
Dönemin Almanya Demokratik Cumhuriyeti (DDR) Devlet Başkanı Walter Ulbricht, 15 Haziran 1961 tarihinde şu anda Federal Maliye Bakanlığı olarak kullanılan o zamanki Doğu Almanya Bakanlar Kurulu binasında yaptığı uluslararası basın toplantısında, bir soru üzerine şöyle bir açıklamada bulunmuştu:
Batı Almanya'da bazı insanlar, bizim DDR'in başkentindeki inşaat işçilerini mobilize edip, bir duvar inşa etmemizi arzuluyorlar. Ben böyle bir niyetin olduğunu bilmiyorum. Bizim başkentimizdeki inşaat işçilerimiz tüm güçlerini konut yapımına veriyorlar. Kimsenin duvar inşa etme gibi bir niyeti yok.
Evet, Walter Ulbricht'in bu sözlerinden birkaç hafta sonra, yani 13 Ağustos 1961 sabaha doğru iki Almanya'nın sınır bölgelerinde olduğu gibi Berlin'i Doğu-Batı olarak bölen “duvarlar” çekiliverdi.
Tabii önce dikenli tellerle, zaman kaybetmeden de beton ve taşlarla örüldü bu duvarlar.
İkinci Dünaya Savaşı'nın son erdiği 1945'ten duvarların örülmeye başladığı 1961 yılına kadar 3.5 milyon Doğu'lu, önemli bir bölümü de akademisyen- Batı Almanya'ya göç etti.
Duvarlar örüldükten sonra 5 bin 75 Doğu Almanya vatandaşı ölümü göze alarak Almanya Federal Cumhuriyeti'ne kaçmayı başardı.
574 Doğu Alman asker ve polis de Batı'ya kaçtı.
Ancak “utanç duvarları”nı aşmak isteyen 190'ın üzerinde Doğu Alman vatandaşı özgürlük yolculuğunda yaşamını yitirdi.
Tabii kendilerini “sosyalizmin bekçileri” olarak niteleyen Doğu Alman askerlerin silahlarından çıkan kurşunlarla.
9 Kasım 1989'da yıkılan “utanç duvarları”nın örülmeye başlamasının 50'inci yıldönümü nedeniyle bugünlerde Berlin'de anma törenleri düzenlenmekte.
Özgürlüğe koşarken öldürülenler de anılmakta...
Bu törenler beni eski “Berlinli yıllarıma” geri götürdü...
1983 yılı Ağustos ayı başında Berlin Hürriyet'te büro şefi olarak göreve atanmıştım.
Yüksek öğrenim gördüğüm Bochum ve Hürriyet'te ilk işe başladığım
Frankfurt'tan sonra Berlin benim için bambaşka bir dünyaydı.
Ancak bölünmüşlüğe ve duvarlara hiçbir zaman alaşamadığım alışmak istemediğim için tam 22 ay sonra Frankfurt'a geri dönmek üzere kiralık bir minibüsle yola koyuldum.
Kitaplarımı, giysilerimi ve “bekar evimdeki” başka birkaç parça eşyalarımı yüklediğim minibüsle Batı Berlin'in Doğu Almanya'ya açılan Dreilinden kontrol kapısına dayandığımda, Doğu Alman bir polis tepeden bir bakış sarkıtıp “aracınızda ne var?” diye sordu.
Ben de aklım sıra dalga geçmek için “adam kaçırıyorum” yanıtını verdim.
Tabii bu yanıta bozulan Doğulu polis, bana araçtaki tüm eşyaları indirtti...
Sonra da sırıtarak “eşyalarınızı yeniden yükleyip, yonunuza devam edebilirsiniz” dedi.
Tabii bu bana iyi bir ders oldu...
Aynı zamanda unutamadığım bir “duvar anısı”...