Ahmet KÜLAHÇI / Fotoğraflar: dpa
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 24, 2019 11:29
Almanya’da son yıllarda yapılan kamuoyu yoklamalarında, politikacılara duyulan güvenin sistematik olarak azaldığı görülüyor. En son ‘Tüketici Araştırma Kurumu’ (GfK) adına yapılan ve birkaç ay önce açıklanan araştırmaya göre, Almanya’da insanlar en çok itfaiyecilere, ilk yardım personeline, hemşirelere, doktorlara, makinistlere, vatmanlara, otobüs şoförlerine, eczacılara ve polislere güven duymaktadır.
BUNLARA duyulan güven oranı yüzde 84 ile yüzde 97 arasında değişiyor.
En az güven duyulanlar arasında ise iş insanları, satıcılar, televizyon sunucuları, sinema sanatçıları, bankacılar, gazeteciler, futbolcular ve sigortacılar yer alıyor.
Bunlara duyulan güven yüzde 23 ile yüzde 53 arasında değişiyor.
Politikacılar ise güven skalasında en alt sırada yer alıyor.
Almanların sadece yüzde 14’ü “Politikacılara tamamen veya ağırlıklı olarak güveniyorum” görüşünü paylaşıyor.
Başka bir deyişle;
Almanya’da insanların yüzde 86’sı politikacılara güven duymuyor.
Duyamıyor.
Aynı durum federal hükümet ve Federal Meclis olarak bilinen Alman Parlamentosu için de geçerli.
Federal hükümete güven duyanların oranı yüzde 54’te, Federal Meclise güven duyanların oranı da yüzde 41’de kalıyor.
Bunda hiç şüphesiz politikacıların tutum ve davranışları etkin bir rol oynamakta.
*
İşte dönemlerde bunun iki örneğine tanık olduk.
Başbakan Angela Merkel’in, 18 yılı aşkın süre yaptığı Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi’nin (CDU) genel başkanlığını bırakması üzerine, yerine geçen yıl aralık ayında Annegret Kramp-
Karrenbauer getirildi.
Federal Savunma Bakanı Ursula von der Leyen’in Avrupa Komisyonu Başkanı seçilmesi durumunda yerine geçmeyi düşünüp düşünmediği sorusuna, bir dönemler Saarland Eyalet Başbakanı olarak görev yapan Kramp-Karrenbauer hep, “Ben bilinçli olarak bir devlet makamını bırakıp parti makamını üstlendim. CDU’da yapılacak çok şey var” yanıtını verdi.
Yani ‘zamansızlık’ nedeniyle bakanlık görevini üstlenme gibi bir niyeti olmadığını yineleyip durdu.
Ama Ursula von der Leyen 16 Temmuz’da Avrupa Komisyonu Başkanı seçildikten bir gün sonra, Federal Savunma Bakanı oldu.
Hem de haftalarca bakanlık görevi üstlenme gibi bir niyeti olmadığını yüksek sesle telaffuz ettiği halde.
*
Aynı durum Sosyal Demokrat Partili (SPD) Federal Maliye Bakanı
Olaf Scholz için de geçerli.
Mayıs ayında yapılan Avrupa Parlamentosu seçimleri ile Bremen Eyalet Parlamentosu seçimlerinde partisinin büyük ölçüde oy kaybına uğraması üzerine, SPD Genel Başkanı Andrea Nahles istifa etti.
Bunun üzerine SPD’de yeni ‘genel başkan’ adayı arayışı başladı.
Bakan Olaf Scholz’un da adı gündeme geldi aday olarak.
Ama aynı zamanda Başbakan Yardımcısı olan Olaf Scholz, hep, “Ben partinin genel başkanı olmak istemiyorum. Çünkü Maliye Bakanı makamı, böyle bir görevin üstesinden gelmeye uygun değil” açıklamasında bulundu.
Yani zaman açısından bu iki görevi birden yerine getirmenin mümkün olmayacağının altını çizdi.
Bu görüşünü haziran ayında katıldığı bir televizyon programında ekran başındaki milyonlarca izleyicinin gözleri önünde de tekrar etti.
Ama Olaf Scholz, geçen hafta, daha önceki hafta ve günlerde söylediğini birden unutuverdi ve “SPD Genel Başkanı olmak için adayım” dedi.
Bu hafta başında da gş genel başkan adayı Klara Geywitz ile ortaklaşa düzenlediği bir basın toplantısında, sorumluluk taşıyan bir sosyal demokrat olarak partiyi yeniden canlandırmak için böyle bir görevden kaçmadığını ve hiçbir zaman da kaçmayacağını, bu nedenle de aday olmaya karar verdiğini söyledi.
Evet, haziran ayından beri böyle bir görev üstlenmeyi düşünmediğini söyleyen Olaf Scholz, nedense birden fikir değiştirip, “Ben de varım” dedi.
*
İşte son dönemlerde yüksek düzeyde iki politikacının önce “Yokuz” diyerek birkaç hafta sonra da fikir değiştirip “Varız” demeleri, aklıma Türkiye’nin eski cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel’in başbakanlığı döneminde söylediği ve adeta bir özdeyiş haline gelen, “Dün dündür, bugün bügündür” söylemini getirdi.
Tabii bu ve benzer tutumların, Almanya’da insanların politika ve politikacılara özellikle son yıllarda niçin bu denli güven kaybı yaşadıklarını da ortaya koydu.