Birce BORA
Oluşturulma Tarihi: Eylül 20, 2014 15:40
Bu hafta köşemin başlığı gerçeği yansıtmıyor.
Çünkü Londra’dan değil, İskoçya’nın başkenti Edinburgh’dan yazıyorum.
Ve işin doğrusu bağımsızlık referandumunu izlemek için geldiğim, yaklaşık 500 bin nüfuslu bu ufak şehirden ayrılıp Londra’ya dönmek hiç ama hiç içimden gelmiyor.
Buraya gelmeden önce İskoçya’nın gerçekten de Irvine Welsh romanlarındaki o kasvetli, karanlık ve biraz da korkutucu ülke olduğunu düşünüyordum.
Ama sanırım daha fazla yanılamazdım.
Şu anda Edinburgh zamanın içinde donup kalmış bir masal şehri sanki…
Şehre tepeden bakan Edinburgh Kalesi’nin ışıkları yüzlerce yıllık arnavut kaldırımlarını hafifçe aydınlatıyor.
Her köşeden gayda sesleri yükseliyor.
Yolunuzu kaybettiğinizde kırmızı sakallı, kilt giymiş bir delikanlı yanınızda bitip dünyanın en sempatik aksanıyla “Yardıma ihtiyacınız var mı acaba?” diye soruyor.
Küçük kız çocukları belli ki referandum mitinglerinde duydukları eski halk şarkılarını mırıldanarak şehrin meydanlarında koşuşturuyor.
Tabii kilt giymiş insanların ve gayda çalanların sayısındaki artış referandumun ülkedeki milliyetçi duyguları tetiklemiş olmasının bir sonucu.
Ve referandum, zaten hali hazırda fazlasıyla romantik ve Camelotvari olan Edinburgh’a tüm bu Geleneksel İskoçya görüntülerinin yanı sıra bir grup masal karakteri daha kazandırmış: Devrim turistleri.
Benim devrim turistleri diye adlandırdığım bu kişiler Galler’den, Katalonya’dan, Quebec’den, Sardinya’dan, Korsika’dan, Kürdistan’dan ve dünyanın daha bir çok köşesinden “İskoç kardeşlerine davalarında destek olmak için” gelmiş aktivistler.
Sırtlarında ülkelerinin (Daha doğrusu eyalet ya da bölgelerinin) bayraklarıyla Edinburgh sokaklarında şarkılar söylüyor, bağımsızlık ve özgürlük sloganları atıyorlar.
Onlarla konuşmak şehrin yarattığı masal dünyası ilüzyonunu daha da güçlendiriyor.
Bağımsızlık referandumunun ekonomi, sağlık sistemi, petrol, savunma ve nükleer silahlar gibi sıkıcı yönleri sanki onların dünyasında yer almıyor.
Sadece onurlu halklardan, haklı mücadelelerden ve kazanılacak zaferlerden bahsediyorlar.
Nasıl olup ta işlerini güçlerini bırakıp sadece referandum ruhunu yaşamak için kalkıp Edinburgh’a geldiklerini sorduğunuzda sanki biraz bozuluyorlar.
Hatta belki de böyle fani şeyleri sormaya değer bulan benim gibi kişileri biraz küçük görüyor, onların bu büyülü dünyayı anlamadıklarını düşünüyorlar.
Belki de haklılar.
***
24 saat sonra bu masal şehrini ve (neden bilmiyorum ama) içimi mutluluk ve umutla dolduran masal karakterlerini geride bırakıp gerçek hayata geri döneceğim.
Eminim Londra’nın Kings Cross istasyonuna indikten sonra mum ışığında söylenen şarkıları, memleketle ilgili şiirleri, emperyal güçlerle ilgili serzenişleri unutacağım.
Devrim turistleri gözümde romantik şovalyeler olmaktan çıkıp işi gücü olmayan modern zaman delilerine dönüşecek yine.
Ama rengarenk bayrakların altında şarkı söyleyen devrim turistlerinin bir gece yarısı Meadows parkında çektiğim fotoğrafını çalışma masamın tam karşısına asacağım.
Sadece hayatı romantik bir masal gibi görmenin de mümkün olduğunu hatırlamak için.