Güncelleme Tarihi:
Avrupa’dan gelenler akrabalarına, yakınlarına hediyeler de getirirlerdi.
Benim de halamın kocası bir dayım vardı Bavyera’nın Hof kenti yakınlarındaki Spaneck köyünde bir tekstil fabrikasında çalışan.
Ali dayı, Ali Arslan her izine geldiğinde bana da bir naylon gömlek ve yün kumaş hediye ederdi.
Çok sevinirdim.
O çok kaliteli yün kumaşlardan lise öğrenimi gördüğüm Beyşehir’de tanıdık bir terziye elbise diktirir severek giyerdim.
Arkadaşlara caka satardım.
O dönemler Türkiye’de masaların üzerine yerleştirilen kocaman bataryalı radyolar vardı.
Ama tanıdık bir ‘Alamancı’ Dereköylü babamın siparişi üzerine bize pilli bir ‘el radyosu’ getirdi.
Derebucak’ta hemen hemen kimselerde olmayan Grundig marka bir radyo.
Onu artık hiç yanımdan ayırmıyordum.
Onu dinleyerek yatıp, dinleyerek kalkıyordum.
Daha sonraki yıllarda Avrupa kapıları açılına Derebucaklılar Fransa, İngiltere, Danimarka, Avusturya, Hollanda, Belçika, İsveç ve Norveç’in de yollarını tuttular.
Nerdeyse artık hemen hemen her evden bir çalışan vardı Avrupa’da.
1969 yılında ben de tıp öğrenimi yapmak için Fransa’nın yolunu tuttum.
Ama bitiremeyip Almanya’ya geçtim ve Bochum Ruhr Üniversitesi’nde Komünikasyon Bilimleri, Politik Bilimler ve Genel Dil Bilimleri okudum.
Fakülteyi bitirdikten sonra Hürriyet’in Avrupa baskıları merkezi Frankfurt’ta çalışmaya başladım.
Frankfurt-Berlin-Frankfurt-Bonn-Berlin Hürriyet’te tam 41 yılı doldurdum.
Her yıl Türkiye’ye izine gittiğimde 1988 yılında ilçe olan Derebucak’ta çeşitli Avrupa ülkelerinden izine gelmiş kızlı-erkekli gençlerle sohbet ettim.
Hepsi de modern giysili çağdaş gençlerdi.
Çoğu kendi aralarında Almanca, Fransızca, İngilizce, Norveççe, İsveççe konuşuyordu.
Ama Türkçeleri de güzeldi.
Evet…
Dereköylüler, Derebucaklılar Avrupalı olmuştu.
Yalnız Dereköylüler değil Türkiye’nin çeşitli kesimlerinden gelen insanlarımız da artık Avrupalı oldu.
Ama kökenlerini ve kimliklerini de unutmadan.
Zaten doğru olanı da budur.
Buna da herkes saygı göstermelidir.