Güncelleme Tarihi:
- Sen dedeme hiç acımamışsın baba. Onun saçlarının hepsi ağarmış.
İşte çocuklar böyledir. İstesek de, istemesek de, onlar bizim şu, ya da bu yönümüzü örnek alırlar.
Şimdi bu baba ne yapsın? Babanın en az üç seçeneği var:
1. Otoriter eğitim
1968 senesine kadar Almanya’da otoriter eğitim stili hakimdi. Ototriter eğitim stilinde cezanın önemli bir yeri vardı. Alman anne ve babalar çocuklarını ceza odaklı eğitiyorlardı.
Ceza odaklı eğitim neye dayanır?
Korkuya.
Korkuyla en fazla istenmeyen davranış bastırılır. Bastırılır, fakat çocuğun özgüven duygusu da zedelenir, çocuk pısırıklaşır.
Olumsuz davranışı bastırmak, olumlu davranışı sevdirmez. Ödevini yapmayan çocuğa ceza vererek, belki onun, ödevini yapmasını sağlayabilirsiniz. Fakat bu yolla derslerine ilgi duymasını, sevmesini sağlayamazsınız.
Cezayla anne veya baba olarak kendi öfkemizi yatıştırabiliriz. Fakat amacımız, duygusal rahatlama mı olmalıdır, yoksa çocuğu eğitmek mi?
2. Anti-otoriter eğitim
1968 yılından sonra Alman kamuoyunda bambaşka eğitim rüzgarları esti. Almanlar bir aşırı uçtan öbür aşırı uca uçtular. En iyisi anti-otoriter eğitim stili dediler. Her türlü cezayı kaldırdılar. Çocuğu tamamen serbest bıraktılar. Çocuk kendi başına doğru yolu bulabilir, dediler.
Anti-otoriter eğitim stili neye dayanıyordu? Tartışmaya (Diskussion). Eğitimle ilgili bir konu olduğu zaman anne-baba ve çocuk oturup tartışacaktı. Bu model de yürümedi. Çünkü anti-otoriter eğitim, çocuğu yetişkin yerine koyuyordu. Çocuğa büyükler kadar sorumluluk veriliyordu. Ve çocukların çoğunluğu bu sorumluluk yükünün altından kalkamıyordu. Kısacası çocuk, çocukluğunu yaşıyamıyordu. Bu pedagojik deneme en az 30 sene sürdü. 30 yıllık denemeden sonra anti-otoriter eğitim stilinden de verimli bir sonuç çıkmadı.
2000’li yıllarda kamuoyu tekrar doğru eğitim stilini aramaya başladı. Ceza odaklı eğitim verimsizdi. Cezayı yasaklayan eğitim de verimsizdi. O halde yeni bir perspektif gerekiyordu.
3. Bedelli eğitim
Konuya cezaya evet mi, hayır mı perspektifinden bakarsanız, yapıcı bir cevap bulmakta zorlanırsınız. Yapıcı bir cevap bulmak istiyorsanız, konuya BEDEL perspektifinden bakın.
Bedel perspektifi nedir?
Her hareket bir sonuç doğurur. Yani her hareketin bir karşılığı vardır. Soğuk havada ince giyinenin üşümesi, sıcak havada kalın giyinenin terlemesi gibi. Önemli olan çocuğun bu sebep-sonuç ilişkisini yaşamasıdır. Yaptığı hareketin hangi sonuçları doğuracağını farketmesidir. Ve bu sonuçlara katlanmayı öğrenmesidir.
Bizler yetişkin olarak hareketlerimizin sonuçlarına katlanmak zorunda kalmıyor muyuz?
Bir tanıma göre eğitim, yetişkinlerin dünyasının çocuklara tercüme edilmesidir. Bedeli yaşatan, farkettiren anne ve baba, bu tercümeyi iyi yapabilen anne ve babadır.
Kola şisesini devirip yeri kirleten çocuğa ne yaparsınız? Onu azarlarsanız, tokat atarsanız, ceza vermiş olursunuz. Yeri temizletirseniz, bedelli eğitim vermiş olursunuz. Yeri temizleyen çocuk kendi kusurunun sonucuna katlanmayı öğrenir.
Bedelli eğitimin en önemli faydası nedir?
Sorumluluk duygusunu geliştirmesidir.
Bedelli eğitimde bedel ceza olarak değil, sonuç olarak algılanır. Doğal veya mantıksal bir sonuç olarak. Bir dönem boyunca 15 defa derse geç kalan çocuğun veya gencin karnesine, 15 defa geç kalmıştır, diye yazılır. Ve bu karneyle meslekî eğitim yeri aramak zorunda kalırsanız, bedelini de yaşayarak görürsünüz.
Bedelli eğitimi nasıl uygulayabilirsiniz?
Olumlu harekete odaklanarak: Ceza verme, olumsuz harekete odaklanmaktır. Bedelli eğitim ise olumlu harekete odaklanmadır. Çocuğunuz küçükken, ne kadar çok olumlu harekete kafa yorarsanız, büyüyünce o kadar az yaptırım uygulamak zorunda kalırsınız.
Bedelli eğitim, ceza yerine övgüyü ön plana çıkarır. Olumlu harekete vakit ayırarak pekiştirir. Kimi olumsuz hareketi ise görmezlikten gelir. Çünkü fazla eleştirilen çocuğun özgüveni zayıflar. Övgü işiten çocukta ise özgüven gelişir. Fakat övgünün samimi, yapıcı olması gerekir. Yapıcı övgü için olumlu hareketi övün, çocuğun kendisini değil.
Almanya’daki Familie stark machen (Aileyi kuvvetlendirmek, 2009) araştırmasının da gösterdiği gibi, çocukluğunda övgü işitenler, anne veya baba olunca kendi çocuklarına cesaret verirler, daha huzurlu bir aile ortamı yaratırlar.
Sınır koyarak: Sınır olmayan yerde, sorumluluk duygusu gelişemez. Sınırları, kurallar koyarak çizeriz. Sınırları önce aile kurumunda yaşayan çocuk, okuldaki sınırlara daha kolay alışır. Çocuğunuzun her akşam hemen hemen aynı saatte yatağa girmesine dikkat ediyorsanız, mantıklı bir sınır koyuyorsunuz, demektir. Çocuğunuz istediği zaman yatıyorsa, sınır koymuyorsunuz demektir. Ertesi günü sabah dersin saat 8.00’de başlaması da bir sınırdır. Ailedeki sınıra alışan çocuk, ders başlama sınırına uymakta güçlük çekmez. Okula geç kalmaz.
Tutarlı davranarak: Bedelli eğitim cezasızdır, fakat tutarsız değildir. Bugün izin verdiğimiz şeye yarın da izin vermeliyiz. Bugün koyduğumuz sınırı, yarın da koymalıyız. Ne kadar tutarlı olursanız, koyduğunuz sınırları o kadar kolay kabul ettirebilirsiniz.
Düşünmesini sağlayarak: Çocuğun her yaptığı yanlışta bedelli eğitimi, kola şisesi örneğindeki gibi uygulamak mümkün değil. Böyle bir durumda yapabileceğiniz en yapıcı tutum, çocuğu başka bir odaya göndererek veya dışarı çıkmasını kısıtlayarak ona ve kendinize düşünme fırsatı vermektir. Kimi anne ve babalar öfkelenince ceza verir. Öfke anında verilen cezanın öğretici bir yanı yoktur. Zaten öfke, öfkeyi tetikler. Duygusal gerilimin tavan vurduğu böyle durumlarda, düşünme fırsatı vermek, hem anne-babaya, hem de çocuğa sakinleşme imkanı verir.
Çocuğunuzu başka bir odaya göndermek isterseniz, önce onu ikaz edin, sonra odaya gönderin. Gönderme nedenini ona söyleyin. Ona kendisinin kötü olmadığını, yaptığı hareketin kötü olduğunu açıklayın Yazının başında, şimdi bu baba ne yapsın, diye sormuştuk. “Biraz acı bana”, demenin uzun süreli faydası olmaz. Babanın yapması gereken, kendine güvenmek ve bir an önce bedelli eğitime başlamaktır. Yani kararlılıkla yukarıdaki uygulamaları yapmak.
Uzun sözün kısası:
Cezalı büyütürsen sorunlu olur,
Bedelli eğitirsen sorumlu olur!