Güncelleme Tarihi:
Bu habere göre başkent Londra’nın son günlerde popülaritesi giderek artan hayvanlı kafe/ barlarına bir yenisi daha ekleniyordu: Blobfish Cafe.
Blobfish Cafe’nin ne denli enteresan (daha doğrusu absürt) bir proje gibi göründüğünü anlatabilmem için elbette önce “hayvanlı” kafe/bardan ne kastettiğimi açıklamam gerekiyor.
Londra’da son bir yıldır insanların kahve ya da kokteyl içerken hayvanlarla vakit geçirmesine imkan veren mekanlar açılıyor. İlk önce kedi ve köpek kafeleriyle başlayan bu akımın mensupları arasında bugün bir adet baykuş ve bir adet de tilki bar bulunuyor.
Bu mekanlarda insanlar (genellikle Instagram’da paylaşacak ilginç bir fotoğraf karesi arayışında olan hipsterlar) hem dinlenip bir şeyler içiyor hem de hayvanlarla “oynuyor” (Tilkiyle oynamak ne kadar mümkün bilmiyorum elbette).
İşte tüm İngiliz gazetelerinde yer alan bu habere göre, Blobfish Cafe bu hayvanlı kafe/ bar akımının son temsilcisiydi. Bu ilginç bar müşterilerine iki yıl önce uluslararası bir ankele dünyanın en çirkin canlısı seçilen “Blobfish” adlı okyanus balığı ile benzer bir deneyim yaşatmayı vadediyordu.
İsmlerini basına açıklamak istemeyen kafe sahipleri Avustralya açıklarında okyanusun derinliklerinde yaşayan 3 adet Blobfish’i (Türkçe’de “Çirkin balık” adıyla da anılıyormuş sanırım bu hayvan), özel bir yöntemle başkent Londra’ya taşıyacaklarını ve “Blobfish” severlere bu balıkları izlerken bir yandan da kokteyllerini yudumlama imkanı tanıyacaklarını iddia ediyorlardı.
Haberi okuduktan sonra ilk önce “Bu kadar da olamaz, kesin uyduruyorlar” diye düşündüm. Ama sonunda, “Madem bütün gazeteler yazmış, demek ki bir deli gerçekten de dünyanın öbür ucundan bir Blobfish getirip Londra’nın göbeğine koyacak” dedim kendi kendime.
Bu konu aslında aklımdan tamamen çıkmıştı ama bir kaç gün sonra bir barbekü partisinde nişanlımın en yakın arkadaşı Robbie durduk yere “Blobfish Cafe’yi duydunuz mu?” diye sordu.
Ben bunun ne kadar aptalca bir fikir olduğu ile ilgili uzun bir monoloğa başlamaya hazırlanırken, gülerek ekledi “ Blobfish Cafe’yi ben kuruyorum”.
Partideki herkes birbirine “Aman tanrım sonunda gerçekten kafayı yedi” der gibi bakarken, neyse ki açıkladı. Aslında Blobfish Cafe diye bir mekan yoktu, hiç bir zaman da olmayacaktı. Robbie bir gün ofiste çok sıkılmış ve bütün bu hayvanlı kafelerle dalga geçmek için “Blobfish Cafe” adında bir internet sitesi kurmuş ve Twitter’da bu kafe hakkında paylaşımlarda bulunmaya başlamıştı
(İnsanın bolca IQ puanı ve görece kolay bir işi olunca sıkıntıdan yapabileceği şeylerin gerçekten sınırı yok sanırım).
Bir kaç gün sonra bir kaç gazeteci Blobfish Cafe’nin Twitter hesabını fark etmiş ve deliler gibi Robbie’yi arayıp açacağı bu çok özel mekanla ilgili sorular sormaya başlamıştı.
Robbie yalan söylemek istemediği için tüm sorulara “Yorum yok” diye cevap vermiş, ama bu tüm gazetelerin Blobfish Cafe ile ilgili sayfa sayfa haber yapmasını engelleyememişti.
Elbette parti boyunca “Blobfish” konusuyla çok ama çok eğlendik.
Ama eve dönerken biraz üzgündüm.
Ülkenin (hem de basında kalitenin adresi olarak görülen bir ülkenin) en saygın gazeteleri arkadaşımın sıkıntıdan uyduruverdiği bir şeyi ciddi ciddi haber yapmıştı.
Onlarca gazeteci en ufak bir arka plan araştırması yapmaya gerek duymamış, sadece internette bolca tık alacağını bildikleri bu konuyu bir iki yarım yamalak telefon konuşmasından yola çıkarak haberleştirmiş, basıp geçivermişti.
Açıkçası bu “Blobfish” vakasından sonra mesleğime olan saygım biraz daha azaldı.
Ama bu sayede bence çok yararlı bir alışkanlık edindim. Artık okuduğum her “ilginç” haberi bir “Blobfish” testinden geçiriyorum.
Yani kendime önümdeki hikayenin birinin “canı sıkıldığı için” ya da “internette ünlü olmak için” uydurduğu bir şey olup olamayacağını soruyorum.
Kesinlikle size de tavsiye ederim.