Oluşturulma Tarihi: Mart 03, 2015 10:23
Yıl 1992. Mevsim bahar. Münih’te üniversiteyi bitireli epey olmuş, gazeteci olarak tutunmaya çalışıyordum. Franfurter Rundschau gazetesine, Deutschlandfunk radyosuna kitap eleştirileri hazırlıyordum. Bir gün gazetenin kültür yayın yönetmeni beni aradı ve Yaşar Kemal üzerine bir yazı yazmamı istedi. Uzun bir uğraştan sonra Yaşar Kemal’e telefonla ulaştım. Randevu istedim...
Hiç hayır demedi, hemen tarih verdi. “Nerede görüşeceğiz?” soruma, “Evde” dedi. Adresini sorunca, “Havaalanından
Bakırköy’e gel ve taksi durağında bir şoföre, ‘Beni Yaşar Kemal’in evine götür’ de. Onlar seni getirir. Öğlen bekliyorum” dedi. Ben de öyle yaptım. Biraz heyecanlıydım. Ya o gün bilmeyen bir şoföre denk gelirsem endişesinin yanında, büyük bir edebiyat ustasıyla görüşecektim.
Bakırköy’de taksi durağında en öndeki taksiye gidip “Yaşar Kemal’in evine gitmek istiyorum” dedim. Taksi şoförü “Atla abi” dedi. Az sonra sıradan bir apartman kapısının önündeydim. Yaşar Kemal hemen giriş katında oturuyordu. Kapı açılır açılmaz, neşe ve hayat dolu, ağız dolusu gülen bir insanla karşılaştım. Bana, “Sen Almanya’da mantıyı özlemişsindir. Sana mantı yaptırdım. Önce
yemek. Sonra söyleşi” diyerek beni hemen masaya oturttu. Hep şaka yapıyordu. Bütün heyecanım uçup gitti ve sanki 40 yıllık bir dost gibiydik.
YILMAZ GÜNEY İŞ İSTEDİ
Mantıyı her öğlen yemeklerini pişiren Anadolulu bir kadın yapmıştı. Biz sesli sesli gülerek konuşurken, o zamanki eşi Tilda Hanım bizi büyük bir ciddiyetle izliyordu.
Yemekte Yılmaz Güney’i nasıl keşfettiğini anlattı: “Cumhuriyet Gazetesi’nde çalışırken, bir gün, ‘Bir hemşeriniz sizi görmek istiyor’ dediler. Adanalıyız ya. ‘Gelsin’ dedim. Cılız, karayağız, ama gözleri meydan okuyan bir genç girdi içeri. ‘Yaşar abi’ dedi, ‘Adana’dan geldim iş arıyorum. Bana bir iş bul...’ Daha ben, ‘Ne iş yaparsın?’ diye sormadan, masamın üzerinden karşıya öyle bir uçtu ki. ‘Abi ben artist olmak istiyorum’ dedi...”
YÜKSEK TÜRKÇE VAR MI?
Yaşar Kemal bir dil sihirbazıydı. “Yaşar Abi” dedim, “Almanya’da yüksek Almanca diye bir deyim var. Bizde de İstanbul Türkçesini yüksek Türkçe diye adlandırabilir miyiz?” Birden ciddileşti. “Anadolu Türkçesi yüksek Türkçedir. Bizim üstümüzde Amasyalı bir kadın oturuyor. Ben ondan her defasında yeni sözcükler öğreniyorum” dedi. Bunu söylerken, ses tonunda Ahmed Arif’in “Havva Ana’n dünkü çocuk sayılır, Anadoluyum ben, tanıyor musun?” dizelerindeki gururu hissettim.
NASIL KEKEME OLDU?
Ardından ailesinin Van’dan Birinci Dünya Savaşı’nda Rus ordusundan kaçıp Çukurova’ya yerleştiğini anlattı: “Birinci Dünya Savaşı bitince, ortalık yetim çocuk doludur. Babamlar yolda buldukları bir çocuğu da alırlar. Sonra ben dünyaya gelince, onun pabucu dama atılır. Bir gün camide geldi ve gözümün önünde babamı bıçakladı. O gün sabaha kadar ‘Yüreğim yanıyor’ diye bağırdım ve kekeme oldum.”
İzi kalmıştı. Halen konuşurken kekeliyordu.
ÇOBANIN VERDİĞİ DERS
Sonra söyleşi için balkona çıktık. Bahçesi bir orman gibiydi. “Bak” dedi, “Çukurova’yı buraya getirdim...” Yine hep gülerek, hayat dolu ve canlı. Bir ara söz Almanca çevir
meni Cornelius Bischoff’a geldi. Bischoff’tan kendisiyle ilgili bir anısını anlattım. Alman televizyonuna bir Yaşar Kemal portresi için Çukurova’ya gelirler. Akşam Çukurova’da güneş batarken, Yaşar Kemal’i bir kahveye oturtup çekim yaparlar. Tam bu sırada karşı tepeden bir keçi ve koyun sürüsü iner ovaya, cirit atarak. Yönetmen, Bischoff’a, “Bu çok güzel bir manzara. Yarın sabah, çoban bu sürüyü güneş doğarken tepeden aşağı salsın, çekim yapalım” der. Çobanı çağırırlar. Bischoff tercüme eder. Çoban sadece “Cık” der. Yönetmen, “Niye hayır diyor, para vereceğiz söyle” diye çıkışır. Çoban yine “Cık” der. Yönetmen ısrar edince, çoban ezile büzüle Bischoff’a, “Sen bizdensin. Sana söyleyeyim ama tercüme etme ayıp olur” diye karşılık verir. Bischoff merakla bekler. Çoban, “Sabahleyin aç karnına sürü tepeden aşağı inmez. Cahillikleri ortaya çıkmasın. Tercüme etme” der. Hikayeyi anlattığımda kahkahayla gülüyordu Yaşar Kemal... “İşte Anadolu bu. İnsana saygı bu” diyerek...
“En fazla bir saatliğine” demiştim, randevuyu alırken. Ama en az dört saattir konuşuyorduk. Ayrılırken, ani bir duyguyla, “İnce Memed’i yazan o eli öpebilir miyim?” dedim. Bana sarıldı ve öperek yolcu etti.
Güle güle Yaşar Abi, güle güle İnce Memed.
ALMAN MEDYASI GENİŞ YER VERDİYaşar Kemal’in ölümüne Alman televizyon kanalları ve basını geniş yer verdi. Televizyon kanalları, ölüm haberini, “Alman Yayıncılar Birliği Barış Ödülü sahibi Yaşar Kemal, İstanbul’da tedavi gördüğü hastanede yaşamını kaybetti” diye ana
haber bültenlerinde duyururken, Almanya’nın en ciddi gazeteleri de Yaşar Kemal’e tam sayfa ayırdı.
Süddeutsche Zeitung Gazetesi, Yaşar Kemal’in “Dünyaya bir daha gelirsem, traktör sürücüsü olmak isterdim” sözünden hareketle, “Edebiyatın fantastik traktör sürücüsü” başlığını kullandı. Yazıda, Yaşar Kemal’in dünya edebiyatına 40’ı aşkın eser bıraktığı vurgulandı.
Frankfurter Allgemeine Gazetesi “Doğan artık uçmuyor” başlıklı yazısında, Türklerin Yaşar Kemal’i, Nazım Hikmet gibi sevdiği yorumunu yaptı. Alman Yayıncılar Birliği’nin 1997 Barış Ödülü’nü alan Yaşar Kemal’in İnce Memed romanıyla bir anda adını dünya edebiyat dünyasına duyurduğu vurgulandı ve Ada hikayesi üçlüsünün insan, ölüm, göç üzerine çok etkileyici, duygu dolu roman olduğu belirtildi.
Die Welt Gazetesi, ‘Anadolulu Cervantes’ diye adlandırdığı Yaşar Kemal için kalplerin Nobel ödülü sahibi olduğunu yazdı.
BERLİN