Murat TOSUN / BERLİN - Fotoğraflar: Mehmet DEDEOĞLU
Oluşturulma Tarihi: Nisan 16, 2022 10:20
Alman medya dünyasında son dönemlerde göçmen kökenli gazetecilerin sayısı artmaya başladı. Ancak medya dünyasında yönetici pozisyonunda göçmen kökenlilerin sayısı yok denecek kadar az. Almanya’da araştırmacı gazetecilik denince ilk akla gelen isimlerden biri olan ödüllü gazeteci Kayhan Özgenç ise istisnalardan biri. Babası Türk annesi Alman olan Özgenç, Axel Springer Yayınevi’ne bağlı, ekonomi dünyasında söz sahibi olan internet haber sitesi Business Insider’in Genel Yayın Yönetmeni Yardımcısı olarak görev yapıyor. Kayhan Özgenç, 2005’te Volkswagen şirketindeki rüşvet skandalını ortaya çıkarmış ve en iyi araştırmacı gazetecilik ödülü olan Henri-Nannen Ödülü’ne layık görülmüştü. 1997’de Focus dergisinde çalışmaya başlayan Özgenç, 2011’de Bild am Sonntag gazetesinin araştırma biriminin yöneticisi oldu ve 2018’den itibaren gazetenin yayın kurulu üyelerinden biri olarak görev aldı. 2020 yılında ise yazılı basından ayrılarak internet haberciliğine yöneldi. Axel Springer Yayınevi Basın Kulübü’nde buluştuğumuz Özgenç’le yarı göçmen hikâyesi ve medyanın geleceğini konuştuk.
MERHABA Kayhan. Alman medya dünyasının yakından tanıdığı bir gazetecisin. Ancak Türk okuyucularımıza kendini tanıtabilir misin?
Benimki, ilginç, güzel ama aynı zamanda üzücü tarafı olan bir hikâye. Babam Almanya’ya ilk gelenlerden. 1962 yılında gelmiş Bremen’e. Babam çok da tipik bir ‘misafir işçi’ değilmiş. Onun için Almanya çok değer verdiği bir ülke olmuş. Türkiye’ye hiç dönmek istememiş. Türkiye’ye geri dönmeyen veya Türkiye’ye bir daha gitmeyen çok az sayıdaki Türk misafir işçilerinden biridir babam. Krupp’ta çalışmış ve Münih Olimpiyat Stadı’nın 1972 yılında inşasında da montaj bölümünde de görev almış. Ve o zamanlar Alman bir kadınla evlenmiş. 1960’lı yıllarda pek alışılmış bir şey değildi. Annemin ailesi de bu durumdan pek memnun kalmamış. İki ablam var. Babam eğitime, okula çok önem verirdi. Bremen’e yakın küçük bir şehirde büyüdüm ben. Oradaki ilk ve belki de o dönemlerde liseye giden tek Türklerdik, daha doğrusu Türkiye kökenlilerdik.
Okulda göçmen kökenli olduğunu hissettin mi?
Hayır hiçbir zaman. Babam, o zamanlar bile çok aktifti. Bir futbol kulübüne üyeydi. Hiç Türk arkadaşı yoktu. Aşağı Saksonya’da yaşadığımız o küçük şehirde hiç Türk yaşamıyordu zaten. Babam için ailesi olması önemliydi. Almanya’da yerleşik ve buralı olmak istiyordu. Belki Alman’dan daha çok Almandı. Okula gitmemiz, iyi eğitim almamız onun için en önemli şeydi. Ablalarıma da “Türkçe’yi konuşup konuşmamanız belirleyici değil, önemli olan iyi eğitim almanız” derdi.
BABAM ERKEN YAŞTA ÖLDÜPeki hikâyenin üzücü tarafı neydi?Üzücü tarafı, babam çok erken yaşta hayatını kaybetti. Bize Türkiye’yi tanıtmak, anlatmak istiyordu. Türkçeyi öğretmek de istiyordu. Ancak bunu yapamadan çok erken yaşta öldü.
Babanın ölümünden sonra Türkiye veya Türklerle bağınız kalmadı mı?Amcam Bremen’deydi. Onunla görüşmeye devam ettik. Amcam, babamın tam tersiydi. Tamamen Türk tarafı ağır basan biriydi. Sadece Türk toplumunun içindeydi. Hemen hemen hiç Alman arkadaşı yoktu. Kardeşlerdi ama çok farklılardı. Birbirleriyle irtibatta kaldılar. Bizim, yaz tatillerinde Türkiye’ye gidenler gibi Türkiye ile bir bağımız olmadı ama hep ilgi duydum. O yüzden Hamburg’da öğrenimimi tamamladıktan sonra diploma tezimi Türk göçmenler ve girişimciliği üzerine yazdım. Göçmenlerin hikâyesi, çok ilgi çekici bulduğum bir hikâyeydi. Oraya gelen ilk misafir işçiler barakalarda yaşadı. Bugünlerde kalifiye personel açığından konuşuyoruz. O zaman da işçi açığı vardı ama o zaman gelenler izole edildi. Max Frisch’in o mükemmel cümlesi vardır, “İşçiler çağırdık insanlar geldi” diye. Bu nedenle bu konu çok ilgimi çekmişti. Bu konuyu araştırdım. Türk misafir işçilerle ve Türk girişimcilerle görüştüm. Bremen’in 60’lı ve 70’li yıllarını araştırdım. Türkiye’de siyaset ilgimi çekmedi ama bütün bu göç hikâyesi ilgi alanıma girdi.
SOSYAL KÖKEN ÇOK BELİRLEYİCİGeçen yıl göçün 60’ıncı yılıydı. Sence bu süreç içinde ne değişti?Onlarca yıl uyuduk. Bugün artık iş eksikliği yok, tam tersine çalışacak eleman eksikliği var. Çünkü uzman açığı var. Kimse geçmişte uyumla ilgilenmedi. O zamanlar yapılan işçi alımı anlaşması gerçekçi değildi. İnsanların gelip birkaç yıl çalışıp geri dönmesini beklemek yanlıştı. Bu yürümezdi. Göçmen ülkesi olduğunu kabullenmeyen bir ülkeye gidersem, Amerika istisna tabii ki, o zaman kendimi orada huzurlu hissetmem. Bu noktada yıllarca Almanya’da ‘Willkommenskultur’ (Hoşgeldin kültürü) gelişmedi. Bunun etkilerini bugün de hâlâ hissediyoruz. Bir tarafta, örneğin siyasette Türkiye kökenliler var, çok sayıda Türkiye kökenli işletme sahibi var, öne çıkanlar var, öte yandan toplumdan soyutlanmış çok sayıda Türkler de var. Almanya’da sosyal köken çok belirleyici. Ne yazık ki sistemimiz yeteri kadar geçirgen değil.
Almanya’da son yıllarda büyük şirketlerde yönetici pozisyonda çeşitlilik (Diversity) çok konuşuluyor. Peki Alman medya dünyasında durum ne?Pek de iyi değil. Sadece Türkler açısından söylemiyorum ama genel anlamda göçmen kökenli kimler var diye saysam, aklıma çok isim gelmiyor. Sadece Die Zeit’da Giovanni di Lorenzo var. Senin aklına geliyor mu?
Bir iki isim elbette var ama sanki toplumdaki çeşitliliği yansıtmıyor...
Evet yansıtmıyor. Çeşitlilikten bahsedeceksek, sadece kadınların yönetim pozisyonunda yer almasından bahsetmemiz gerekir ki, kadınların konusu çok önemli. Ama toplumun her kesimindeki çeşitliliğin yansıması da gerekiyor. Buna göçmenler de dahil. İster Türk ister İtalyan ister Yunan kökenli olsun. Çünkü bunlar Almanya’nın bir parçası oldular.
Göçmen kökenlilerin az ilgi göstermesiyle ilgili de olabilir mi?Eğitime erişimle ilgili bir konu bu. Evinde eğitime ne kadar önem verdiğiyle ilgili. Ben şanslıydım. Şunu da unutmamak lazım. 90’larda Solingen, Mölln gibi korkunç saldırılar yaşandı, hatırlayın. Yaşananlar korkunçtu. Açıkça söylemek gerekir ki, özellikle duvarlardan sonra Almanya’da çok ciddi bir yabancı düşmanlığı vardı. Ben kişisel olarak hiçbir düşmanlık hissetmedim. Ama bu sorun ne yazık ki vardı. Ama bence bu konuda çok ilerleme kaydetttik.
İsmin Türk ismi. Peki bu durum medya sektöründe zorluk yaşamana neden oldu mu?Hayır, hiçbir şekilde sorun olmadı. Ben zaten hiçbir zaman Türk-Alman konularına da ilgi göstermedim. Yerel bir dergide spor muhabirliğiyle başladım. Uzun süre Focus’ta çalıştım. Sonra Bild am Sonntag. Sonra araştırmacı gazeteciliğe yöneldim, özellikle ekonomi alanında. VW, Aldi, Tengelmann gibi şirketlerdeki iç güç savaşları beni büyüledi ve çok ilgimi çekti. Bu tür ekonomik konuları siyaseten çok daha ilgi çekici buldum. Siyaset dünyasında zaten birçok şey ortada. Biliniyor. Bana göre büyük zorlu mücadele, büyük şirketlerde arka planda oynanan güç mücadelesini araştırabilmek. Bu gazetecilik açısından da aslında çok önemli bir görev. Çünkü bizim kontrol fonksiyonumuz var. Siyaset ve iş dünyasındaki güç sahiplerinin işlerine bakmamız gerekiyor. Bu nedenle gazetecilik benim açımdan her zaman çok özel bir meslek oldu ve anayasal bir fonksiyonu var.
30 DİZİ YAPTIK SIRADA KİTAP VAR‘Macht und Millionen’ (Güç ve Milyonlar) adlı çok başarılı bir podcast’iniz var. Bu nasıl ortaya çıktı?Çok güzel bir hikâye. Bu yeni bir dünya. Eskiden bir gazete yazardın, bayide satılır veya satılmazdı. Bugün farklı yöntemlerle hikâyelerini anlatabiliyorsun. Biz de tam bu, VW, Tengelmann ve benzeri araştırdığımız hikâyeleri podcast’te anlatmak istedik. İlk podcast’te Tengelmann milyarderinin kaybolma hikâyesini anlattık. Büyük ilgi gördü. Aktüel olarak ise yeni podcast’te sigortacı Mehmet E. Göker’i ele alıyoruz. Biliyorsun sonra Türkiye’ye kaçtı. Toplamda şu ana kadar 30 dizi yaptık. Dinleyicilerden fanlarımız oluştu, iyi bir dinleyici sayısına ulaştık. Bunun üzerine bir de kitap yazacağız. Geçenlerde duyurduk. Bir de canlı sohbete başlayacağız. ‘Macht und Millionen’ bizim yarattığımız yeni bir marka oldu. Bu yolla birçok Türkiye kökenli de bize ulaştı. Bunlar çok iyi eğitimli orta seviyede yöneticiler. Onlar, göç sürecinde önemli rol oynuyorlar. Almanya’da bir şeyleri başarabileceğini gösteriyor. Örneğin, BMW’den VW yönetimine geçen bir Türkiye kökenli üst düzey yönetici var. Ama göçmen kökenliler bu üst pozisyonlarda yeterince temsil edilmiyorlar. Gelecek yıllarda bu sayının artacağına inanıyorum. Almanya’daki eğitim sisteminin çok geçirgen olmaması ve sosyal kökenin belirleyici olması çok üzücü.
DENİZ FENERLERİNİN OLMASI ÇOK DEĞERLİBioNTech’in başarısını nasıl değerlendiriyorsun?Çok çok önemli. Genç insanların yönünü bulabilmesi için bu tür deniz fenerlerinin olması çok değerli. Ve ülke için bir zenginlik. Diğer ülkelerde Almanya’ya kıyasla çok daha hızlı gelişti bu süreç. Almanya’da uzun süre hiçbir politikacı “Biz bir göç ülkesiyiz” deme cesaretini gösteremedi. Tabii ki göç ülkesiyiz. Gelecek yıllarda daha çok buna bağlı olacağız. Kalifiye açığını nereden kapatacağız. Şu ana kadar hep yeni nesil açığı kapatmıştı. Ama şimdi çoğu iş hayatından ayrılıyor. İş piyasasında büyük bir açık oluşuyor. 80’lerdeki büyük kitlesel işsizlik korkularıyla büyüdüm ben. Geçmişte işsizlik, siyasetin çözmesi gereken en büyük sorundu. Şimdi ise tersine döndü. İyi eğitimli insanları kazanmak gerekiyor.
DAHA GENÇ KİTLEYE HİTAP EDİYORUZ
Yaklaşık iki-üç yıl önce yazılı basından ayrıldın ve online haberciliğe yöneldin. Uluslarası alanda söz sahibi Business Insider’da çalışmak farklı mı?
Bu benim için de yeni bir öğrenme süreci oldu. Daha genç bir kitleye hitap ediyoruz. Çekirdek hedef kile grubu 20-45 arası. Ekonomi dünyasından ilgi çekici hikâyeleri, haberleri anlatıyoruz. Kariyer hikâyeleri, başarı hikâyeleri. Ama aynı zamanda ciddi araştırma haberleri. Bu tür araştırma haberleri değer kazandırıyor. Bu süre içinde Handelsblatt, Manager Magazin gibi yerleşik ekonomi yayınlarından biri haline geldik. Şimdi onlar bizim elemanlarımızı almak istiyor. Ekonomi gazeteciliğini farklı şekilde anlatıyoruz.
Medyanın geleceğini nasıl görüyorsun? Gazeteler hâlâ okunacak mı?
Bana göre baskı uzun süre devam edecek. Medyanın ve iyi gazeteciliğin iyi bir geleceği olduğunu düşünüyorum. Ama fark şu; Artık farklı kanallarda olacak. Print, online, podcast, newsletter farklı kanallar var. Redaksiyonlarda ciddi bir transformasyon süreci gerçekleşiyor. Redaksiyonlar yeni ödeme modelleri geliştiriyor. Bu bazen okuyucuları kızdırıyor. Focus’tayken, ben bu süreci yaşadım. Ama yeni süreci çok iyi buluyorum. İyi araştırılmış hikâyelerin her zaman alıcısı var.
KALİTE HER ZAMAN KAZANDIRIR
Genç gazetecilere ne tavsiye edersin?
Çok erken dönemde tecrübe edinmeye ve yazmaya başlasınlar. Ben yerel gazeteleri her zaman iyi bulmuşumdur. Orada sürekli yazabilirsin. Tutkulu bir iştir. Bol bol okumalarını tavsiye ederim. Ama yüzeysel değil, derinlere inerek okusunlar. Redaksiyonlara girip tecrübe kazanmak şart. Hikâyenin peşinde koşmak, pes etmemek gerekir. Kalite her zaman kazanır.