Güncelleme Tarihi:
Belçika her ne kadar madenleriyle tanınsa da 1960’ların ilk yarısından itibaren Türkler için önce ‘ekmek kapısı’, sonra ‘ikinci vatan’ oldu.
Türk işçileri haritada yerini bile bilmeden geldikleri Belçika’da, ülkenin doğal güzelliklerini göremeden yerin yüzlerce metre altına indiler. Avrupa’da medeniyet kazanını kaynatan kara elması sırtlayıp gün yüzüne çıkaran, “Belçika’yı Belçika yapan” Türk işçisi, madenlerin tek tek kapanmasıyla başka alanlara yöneldi. “Bir gün döneceğim hayali” ise on binlercesi için hiç gerçekleşmedi.
1963’de başlayan göç akınının 50’inci yıl dönümünü kutlamaya hazırlanan Belçika’da ilk ve son madencilerle buluştuk. Ülkenin madenleriyle ünlü Limburg Bölgesi’nde yüz yıldan fazla hizmet verdikten sonra 1989’da kapanan, daha sonra da müzeye dönüştürülen Beringen’deki maden ocağını, gençliğini buraya gömen emektar Türklerle gezdik. Zolder-Heusden’de kapanan maden ocağının alanına Türk işçileri tarafından 1963’te Avrupa’da ilk inşa edilen caminin avlusunda geçmişi yad ettik.
Türkleri bilmezler bize Yunan derlerdi
BELÇİKA’da madene gençliğini gömen emektar ilk kuşak Türkleri arıyoruz. Başkent Brüksel’e yaklaşık 70 kilometre uzaktaki 40 bin nüfuslu eski maden kenti Zolder’deyiz. Zolder Türkler açısından önemli bir merkez. Çünkü ilk Türk izlerine burada rastlamak mümkün. 90’ların başında kapanan Heusden- Zolder’deki maden ocağına Türk madencilerin gelişi Türkiye ile Belçika hükümetleri arasında işçi anlaşması imzalanmadan iki yıl öncesine, yani 1962’ye rastlıyor. Gelen ilk madenciyi ararken Erzurumlu Bayram Karadayı ile yollarımız kesişiyor.
78’lik delikanlı Bayram Karadayı, Zolder’e gelen ikinci Türk olduğunu söylüyor. İlki Esat adlı bir vatandaşımızmış. Ancak 1970’lerde trafik kazasında yaşamını yitirmiş.
Yemekleri aynı bizimkiler gibiydi
Heusden’in ikinci Türk’ü Bayram Kabadayı, Sirkeci’den başlayıp Avusturya, ardından Almanya daha sonra da Belçika’da nihayet bulan yolculuğunu anlatıyor:
“1962’de geldim. 26 yaşındaydım. Benden önce Esat adlı bir Türk vardı. Ama o trafik kazasında öldü. İstanbul’da çalışıyordum. Yedikulede’de tuğla fabrikasındaydım. Avrupa’ya işçi yazıldım. Muayene oldum. 1962’de önce Avusturya’ya trenle geldim. İki ay inşaatta çalıştım. Parası az geldi. Almanya’ya gitmeye karar verdim. İki ay sonra Almanya’ya Köln’e geçtim.
Trabzonlu arkadaşlarım vardı, onları buldum. Ama hangi fabrikaya gitsem Avusturya’ya geldiğim için önce Ankara’ya gitmemi ve oradan Almanya için müracaat ederek yeniden gelmem gerektiğini söylediler. Baktık olmayacak. Arkadaşlarım beni arabaya bindirdiler ve Belçika’ya getirdiler. Madende iş vardı. Burada pasaportumu hiç sorun etmediler. Dediğim gibi, benden önce gelen bir Türk daha vardı Esat diye. Onunla tanıştım. Benden bir kaç ay sonra iki Türk daha geldi, dört olduk.
Madene girdim ve tam 25 yıl çalıştıktan sonra 1987’de emekli oldum. İlk yıllar Yunanlar vardı. Bazıları Türkçe konuşuyordu. Onlarla sohbet ediyorduk. Onların lojmanlarında kalıyordum. Aynı biz Türkler gibi yaşıyorlardı. Yemekleri de aynı bizimkiler gibiydi. Beni davet ederlerdi. Domuz koydukları yemekleri bana söylerlerdi, ben onlardan yemezdim. Bekardım ve dansa giderdik. Kızlarla tanışırdık. Türkleri bilmezlerdi. Yunan diyorlardı bize. Sözlükten ekmek, balık gibi bazı sözleri ezberledik. Bazılarının resimlerini çiziyorduk ve bakkala gösteriyorduk.”
Ben madenciydim oğlum doktor oldu
Arslan Göktaş (74) / Zonguldak: “12 Haziran 1963’te Belçika’ya geldim. Zonguldak da madenci kenti ama ben madenci değildim. Madene ilk burada indim. Makine tamircisiydim. Madende de yıllarca makine tamir ettim. Belçika’ya gelen ilk Türk işçilerindenim. Geldiğimde Türkiye Belçika hükümetiyle işçi anlaşması yapmamıştı. Turist pasaportuyla geldim. Ben geldikten iki ay sonra işçi pasaportuyla vatandaşlarımız gelmeye başladılar. İlk buraya geldim. 7 yıl çalıştım, malulen emekli oldum. Emekli olduktan sonra oğlumu okutabilmek için ticarete atıldım. O zamanlar burada Türk lokantaları yoktu. Lokanta açtım. 20 yıl ‘Topkapı Lokantası’nı işlettim. Müşterilerimizin yüzde 90’ı Belçikalıydı. 2000 yılında tamamen bıraktım. Bu arada oğlum Gökhan Göktaş yüzümü kara çıkarmadı, tıp okudu ve doktor oldu. Aynı zamanda burada üniversitede hocalık yapıyor. 1968’de FC Anadol futbol takımını kurduk. Halen devam ediyor. Sahamız var. İlgi büyük. Eskiden daha fazla ilgi vardı. Maçları bin 500 kişi izlerdi. Şu anda az, ama yine de kısıtlı imkanlarla amatörce oynuyorlar.
Zolder’in Atatürk’ü Yusuf Düzgün (70) / Samsun:
Eskiden Atatürk’e benzerdim. Gençlik yıllarım rahmetlinin görüntüsünü andırırdı. O yüzden bana burada Atatürk derler. Şimdi herhalde sadece gözlerim benziyor. Ben 1964’te geldim. İki ay sonra işe başladım. Biz hepimiz madenciyiz. Bu bölgede fabrika işçi bulamazsınız. Madenden çıkıp fabrikalara gidenler oldu. Ama hepimizin çıkış noktası madendir. Camimiz var. Ama mezar yerimiz yok. Ölenler Türkiye’de gömülüyor. Ben madene geldim ve madenden emekli oldum. Geldiğimde 25 yaşındaydım. Tek başıma gelmiştim. Sekiz çocuğum, 23 torunum var. Hepsi burada. Madende en büyük korkum asansördü. İnip çıkarken alıştık. Allah buranın toprağına daha fazla bereket versin. Biz burada çok şeyler kazandık. Herkes kazandı. İlk yıllarda Türkiye’de mülk alıyorduk. Ama şimdi yatırımlarımızı burada yapıyoruz.
Burada kazandık memlekete harcadık Şahmenİ Korkmaz (70) / Posof:
1965’in Eylül ayında Belçika’ya geldim. Liege’den buraya 1969’da geçtim. 18 sene çalıştım madende. 23 yıldır emekliyim. 7 çocuğum var. Biri öğretmen, biri Ford’da çalışıyor. Diğerleri de hepsi çalışıyor.
Mayıs’ta Türkiye’ye giderim, Ekim’de dönerim. Posof’ta hastane yaptırdık. Hemşerilerimizden 1 milyon Mark’ın üzerinde para topladık. Ayrıca iki TIR dolusu malzeme aldık. Jeneratör aldık. Cami ve Kuran kursu yaptırdık.
Babam ilk nesil kahraman Engin Özdemir (46) / Posof:
Babam 1963’te gelenlerden. 1974’te iş kazası sonucu bacağından birini kaybetti. Sol ayağı diz kapağının altından kesildi. Ben dört yaşındaydım. Babamı malulen emekli etmek yerine yeniden işe çağırdılar. Oysa babamın artık madende çalışması fiziken mümkün değildi. İtiraz edince işten attılar. Biz çok küçüktük. Annem dil bilmiyor. Çok zor günlerdi. Ama mahkeme adil davrandı ve babam uzun bir mücadele sonucu malulen emekli olabildi. İlk nesil kahraman. Buraya geldiklerinde lisan yok. Bir çoğu okuma yazma bilmiyor. Ben liseye kadar okuyabildim. Benim çocuklarım en azından üniversite bitirmeliler. Okumamış ana-babanın çocuğu liseyi okuyabiliyorsa, okumuş anne babanın çocuğu üniversite mezunu olmalı. Çocuklarım şu anda kolejdeler. Diyanet Vakfı’nda yöneticiyim. Buradaki insanımıza hizmet vermeye çalışıyoruz.
Madenler niye kapandı?
AVRUPA’nın gelişiminde motor rolü oynayan ağır sanayinin demirden sonraki en önemli değeri kömürdü. Bir kilo demiri işleyebilmek için üç kilo kömür yakmak gerekiyordu. Isınmada, enerjide ve nakliyatta da vazgeçilmez enerji kaynağı kömürdü. Ancak zamanla nükleer enerjinin kullanılmaya başlaması kömüre olan ilgiyi azalttı. Bunun dışında kömürün maliyeti kilo başına 7-9 Frank’tı. Oysa yurt dışından Polonya, Rusya, Afrika’dan 3 Frank’a geliyordu. Aradaki farkı Belçika devleti sübvanse ediyordu. 10 milyar Frank civarında para sübvanse için ayrılıyordu. Devlet bu sübvansiyonu akıllıca değerlendirerek, madenleri kapatıp çalışanları başka alanlara kaydırdı. Rahatsızlığı olanları emekli yaptı, vasıfsızları da erken emekliye ayırdı.
YARIN: BERİNGEN’İN MADENCİ ŞAİRİNDEN BELÇİKA’YA AĞIT