Güncelleme Tarihi:
Dizlerimden dirseklerime kadar her yanımı kapatacak ama 50 dereceye varan sıcaklıklarda beni boğmayacak özenle seçilmiş kıyafet kombinasyonlarım bavulumda Doha Hamad Havalimanı’na indiğimde ilk kez şeriatla yönetilen bir ülkeye adım atmış olmanın etkisiyle biraz ürkektim.
Ama havaalanının kapıları açılıp sevgilimi karşımda görünce bir anda şeriatı falan unuttum, koşup boynuna sarılıverdim.
Tabii tüm kurallara harfiyen uyulması gerektiği bilinciyle yetiştirilmiş İngiliz sevgilim, hemen kendini geri çekti. Bir de “Çevreye yüzüğünü göster bak, burada biri sorarsa da biz zaten evliyiz, sakın unutma” diye beni uyarıverdi.
Ben de kafamdaki romantik havaalanı buluşması sahneleri baltalandığı için somurta somurta bizi bekleyen taksiye bindim.
O andan sonra her şey bir hayal, hatta dürüst olmak gerekirse kabus gibiydi.
* * *
Bir defa ilk bakışta Doha bir şehirden çok Mars’a kurulmuş ve henüz çok da gelişmemiş bir koloniyi andırıyordu.
Hava otomobil egzozları ve çölden gelen kumlar nedeniyle sarımtırak ve puslu, Antalya’nın yaz günlerini solda sıfır bırakacak kadar sıcak ve boğucuydu. Birbirinden lüks arabalarla dolu sokaklarda tek bir yaya bile yoktu.
Doha’da sadece bir kaç saat geçirdikten sonra anladım ki şehrin iki, birbirine tamamen zıt yüzü vardı.
Gökdelenler Londra’yı ya da New York’u aratmayacak, hatta belki de gölgede bırakacak bir ufuk çizgisi oluştururken, havaalanından şehir merkezine kadar olan yollardaki yıkık dökük, kasvetli binalar tarihi filmlerdeki korkunç hapishaneleri andırıyordu.
Şehir merkezindeki oteller, restoranlar, sokaklar neredeyse insanın gözlerini acıtan bir şatafata sahipti (Hoş bu durum artık bize de çok yabancı değil, Türkiye’de de böyle abartılı, zevksiz dekorlarla karşılaşmak çok kolay artık). Belli ki medeniyetten anladığı inşaat yapmak hem de gösterişli ve dev inşaatlar yapmak olan emir, Katar’ın “Dünya medeniyetleri seviyesinde bir memleket” olduğunu göstermek için hiç bir masraftan kaçınmamıştı.
Haberlerde her gün yaşadıkları korkunç hayatı, ölümlerini duyduğumuz işçiler, bütün bu şatafatı yaratanlar ise görünmezdi.
(Katarlıların göz zevki şehrin ambiyansı bozulmasın diye işçi taşıyan minibüs ve kamyonetlerin bile camlarının filtreli olması için yeni bir yasa çıkaracaklarmış hatta.)
Aslında Katar’a çalışmaya gelen mühendislerin, gazetecilerin, mimarların (yani şehrin gerçek bir şehirmiş gibi görünmesini sağlayan ve bu oyunu oynamak için büyük paralar alan yüzbinlerin) hayatını geçirdiği alkol servisi yapan otel barları, restoranları ve havuzları İstanbul ya da Londra’dakilerden (en azından ilk bakışta) çok da farklı değildi.
Bu şehrin geri kalanından izole mekanlar kısa süreliğine insana nerede olduğunu unutma şansı tanıyor ama her saat başı ufak bir detay göze çarpıp insana nerede (nasıl garip bir yerde) olduğunu hemen hatırlatıyordu.
Mesela...
* * *
Ritz Carlton Doha’nın (Yanlış anlamayın normalde lüks otel havuzlarında vakit geçiren biri değilim ama Doha’da insanın kocasıyla bile olsa bir erkekle birlikte denize havuza girebileceği tek yer buralar) havuzunun çevresine yerleştirilmiş tabelalarda “Havuz kenarında koşmayın, gürültü yapmayın” vb. gibi sıradan uyarıların altında “Çocuk bakıcıları bu havuzda yüzemez” yazıyor.
O tabelayı görünce insan, birkaç dakikalığına unutmuş olsa da hemen Doha’da olduğunun bilincine varıyor.
Ve haliyle İkinci Dünya Savaşı sırasında “Köpekler ve Yahudiler giremez” yazılı o korkunç tabelaları hatırlatan o yazıları görünce ne yüzesi ne güneşlenesi kalıyor.
Doha’daki günlerim genel olarak böyle küçük detaylara sinirlenerek, insanlığımdan utanarak ve dünyanın gidişatına üzülerek geçti.
Sonunda yine aynı havaalanına gidip sevgilime pek edepli bir şekilde veda ettikten sonra uçağıma binip Londra’ya doğru yola çıktım.
Normalde pek nefret ettiğim Londra Victoria tren istasyonuna vardığımda neredeyse sinirli sinirli koşuşturan Londralıları, turistlere yol tarifi veren polisleri sarılıp öpecektim. Siz bu satırları okurken Türkiye oy kullanmaya hazırlanıyor, ya da belki de oy kullanıyor olacak.
Açıkçası Katar’a gidene kadar her konuda çok ama çok kötümserdim.
Ama şimdi kendi kendime ne olursa olsun, hiç bir şey o kadar kötü olmayacak o hale gelmeyecek, imkansız diyorum.
Züğürt tesellisi işte.
Umarım haklıyımdır.