Güncelleme Tarihi:
UZUN yıllar Hamburg'da yaşadıktan sonra Münih'e taşınan siyasal bilimci ve gazeteci Tizia Nilgün Köse, önümüzdeki günlerde piyasaya çıkacak olan Granatapfelsplitter (Nar Parçacıkları) isimli romanı bir kaç güncel konuyu birden işliyor. Roman kahramanının Almanya'da doğup, büyümüş, topluma uyum sağlamış bir felsefe öğretmeni Türk kökenli kadının olduğu kitapta, bir anda toplumda halen kabul görmediğini hissetmesi üzerine girdiği kimlik bunalımı ve bunun radikal kökten dinciliğe kadar varan sonuçları anlatılıyor. Tizia Nilgün Köse, Bremen Sujet Yayınevi (www.sujet-verlag.de) tarafından piyasaya sürülen kitapla ilgili sorularımızı yanıtladı.
Kitap yazma fikri nasıl doğdu?
Almanya'da Türkler ve Müslümanlar üzerine bazı basma kalıp düşünceler beni çok öfkelendiriyor. Kendime sürekli insanların neden böyle klişelere ihtiyaç duyduklarını sordum. Örneğin ben birisine adımı söylediğimde hemen “aileniz sizi de zorla evlendirecek mi?” gibi absürd sorularla karşılaştığım oldu. Bu anlarda bu insanlara neden bana Thomas Mann veya Albert Camus üzerine ne düşündüğümü sormuyorlar diye çok düşündüm. Neden bana benimle alakası olmayan sorular soruyorlardı? Bu düşünceler beni Alman toplumundaki Türk kadın tiplemesine, daha doğrusu ön yargılara hiç uymayan kadın kahramanı yaratma fikrine itti. Bunu da kitaptaki Şaziye tiplemesiyle yaptım. Romanın kahramanı tamamen topluma uyum sağlamış, Hamburg Üniversitesi'nde doçent olarak felsefe dersleri veren bir Türk kadını. Öğrencilere Baudrillard, Nietzsche ve Heidegger'i anlatıyor. Özgür, hür düşünceli bir kadın. Hayattan keyif almasını bilen bir kadın. Batı değerlerini özümsemiş biri. Ama öyle bir olay yaşıyor ki, kimlik bunalımına düşüyor. Hatta kökten dinci akıma kendini kaptırıp kendine uymayan bir dünyaya adım atmaya karar veriyor.
“Kökten dinciler arasında önemli fark yok”
Amacınız nedir, kitapla insanlara ne anlatmak istiyorsunuz?
Roman Batı değerlerini benimsemiş laik bir Müslüman kadının öyküsü. Ama çok iyi eğitim almış ve uyum sağlamış olmasına rağmen halen Alman toplumunda “yabancı” olarak görüldüğünü hissediyor, yaşıyor. Bunu ilk kez Kai isimli Alman nişanlısı kendisini Katolik ailesine tanıştırdığı zaman yaşıyor. Aile kendisini Türk ve Müslüman olduğu için istemiyor. Hayatı boyunca kendini bir parçası hissettiği toplumun bireyleri tarafından “istenilmediği” duygusunu ilk kez çok yoğun yaşıyor. Benim anlatmak istediğim “kültürler çatışması” sorununun sadece “iyi-kötü, siyah-beyaz” kalıplarına uymadığıdır. Bu nedenle roman kahramanı Şaziye, tipik Türk kadın klişesine uymayan biri. Şaziye, aslında özgür, ne istediği bilen, güçlü bir kadın. Ama yaşadığı dışlanma onu hiç gitmek istemediği bir yönü götürüyor. Alman toplumunda futbol, sanat ve edebiyatta tanınmış ve örnek gösterilen Türklerin dışında, pek kamuoyu önünde olmayan ama çok ilerici Türk kökenli kadınların olduğu pek bilinmiyor. Kamuoyu sadece bilinen bir kaç isim üzerinde duruyor. Kitabın bir amacı da bu kamuoyu önünde olmayan çok iyi eğitimli kadınların iç dünyasını yansıtmak.
Başpiskopos Mixa konu ediliyor
Kitabınızda çok ilginç bir bölüm var. Bu da son günlerde çok gündemde olan ve görevinden istifa eden Başpiskopos Mixa tiplemesi. Adını vermiyorsunuz ama okuyan herkes Mixa'nın kastedildiğini anlıyor.
Bavyera'da yaşadığım için Başpiskopos Mixa'yı iyi tanıyorum. Katolik kökten dincilerin ve Müslüman kökten dincilerin düşünce tarzında benzerlik dikkatimi çekti. Ben romanımı yazarken, ki iki yıl önceden bahsediyorum, Mixa hiç gündemde değil. Ama ben onun ve onun gibi dini insanlar üzerinde korku yaratmak için kullananların düşünce yapısındaki çelişkiyi göstermek için romanda işlemeye karar verdim. Kitap yazıldıktan sonra Mixa skandalı patlak verdi. Bu da bana kitapta benim yazdıklarımın doğru olduğunu gösterdi.
Kitabın ana konusunu nasıl tanımlarsınız? Bir dinler mücadelesi mi söz konusu?
Aslında ana konu “gerçek nedir?” sorusu. Dinin insanlar tarafından istismar, manipüle edilmesi. Şaziye özgür ama felsefeyle içiçe yaşayan bir kadın. Toplumun kadınlara yüklediği rolü reddeden kendi düşüncelerine göre yaşayan ama aynı zamanda toplumdaki değer yargılarını, sahte gerçekleri sorgulayan bir kadın.
Diğer çok ilginç bir konu öykü içinde öykü anlatmanız. Okuyucu yer yer 300 yıl önceki Avrupa'ya ve Türkiye'ye (Osmanlı'ya) götürüyorsunuz?
Evet bu kitabın temel kurgusunun bir parçası. Hem Türk kökenlilerin, hem de Almanların dikkatini bu ülkede bir dönem Türklerin, Osmanlıların çok değer gördüğü bir döneme çekmek istedim. 1980li yılların sonlarında duvarlara “Türken raus” yazanlar, 300 yıl önce Avrupa'da Türk kültürünün çok gündemde olduğunu, modada, sanatta Avrupa saraylarının Osmanlı'yı kopyalamaya çalıştığını bilmiyorlar. Biz de unuttuk. Bu nedenle romanıma tarihten bir yaprak ekledim. 300 yıl önce Türk hayranlığının en zirve yaptığı, Türklerin büyük ilgi ve saygı gördüğü Almanya'da Saksonya Kont'u Friedrich August düzenlediği soylular için düzenlediği “Türk Günlerini” de romana işledim. Alman toplumundaki Türklere bugünki bakış açısıyla, 300 yıl önceki bakış açısı arasında paralellik. Bir nevi okuyucuya tarihi bir ayna veriyorum. O dönemlerde Osmanlı Avrupa'nın gıptayla baktığı, modasını, sanatını, kültürünü kopyalayama çalıştığı bir ülkeydi. Yani bugün Almanya'daki Türk kökenlilerin hasretini çektiği saygı bir dönem bizim dilimize, kültürümüze karşı fazlasıyla vardı. Bu paralellik romanı ilginç bir ivme kazandırıyor.
Romanınızda otobiyografik öğe var mı?
Romanım otobiyografik değil. Şaziye tamamen hayal ürünü bir kişi. Bir kadının yaşam öyküsünü anlatıyorum. Elbette kendi edindiğin tecrübeleri de romanda işledim, ama kendi hikayemi anlatmıyorum.
Almanya'da son yıllarda Türk kökenli kadınların yazdığı çok sayıda belgesel, roman tarzında kitaplar var. bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Neredeyse hepsini okudum inceledim diye bilirim. Özellikle belgesel nitelikte olanları. Şu dikkatimi çekti; Almanya'da İslam eleştirisi yapanların çok fazla objektif değiller. Daha çok Almanların ön yargılarını tasdik edeci bir temel çizgi var, bu da bence son derece kutuplaştıran, tehlikeli bir yaklaşım. Zira Türk düşmanlığını yapanların işine geliyor. Onlar bu kez 'bakın Türkler, Müslümanlar bile bizim dediğimizi diyor' şeklinde söylemlerde bulunuyorlar. Ben bunu Fransız Devlet Başkanı Sarkozy'nin benzetiyorum. Sarkozy kendisi Macar kökenli ailenin çocuğu ama onun yürüttüğü göçmenler politikası çok daha sert.
Tizia Nilgün Köse kimdir?
Malatya-Akçadağ doğumlu olan Tizia Nilgün Köse, 1972'den beri Almanya'da yaşıyor. Hamburg Üniversitesi'nde felsefe, bilgi-işlem ve siyasal bilimler okuduktan sonra Hamburg'da yerel bir gazetede çalışan Köse, aynı zamanda Hamburg Üniversitesi'nin Türk çocuklarının dil becerilerini inceleyen Prof. Rehbein yönetimindeki “Endfas” projesinde çalıştı. 1998'de Münih yakınlarına taşınan ve Süddeutsche Zeitung, Münchner Merkur ve Welt Kompakt gazetelerine çalışıyor. Granatapfelsplitter Köse'nin ilk romanı.