Güncelleme Tarihi:
Hafta sonunda Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev arasında yapılan güvenlik zirvesi, başlangıçta bir hayal kırıklığına dönüşecek gibi görünüyordu. Fransa çarpıcı, Almanya akla yatkın, Rusya ise ticareti yapılabilecek bir şey istedi. Kısacası, bir toplantı yapılma ihtimali düşüktü. Ancak, Fransa’da yapılan görüşme sonuç veren bir hayal kırıklığı olmuş olabilir. Tarihçiler geçmişe baktığında, yapılan görüşmeyi liderlerin aslında çok kutuplu bir Avrupa’da yaşadıkları gerçeğiyle yüzleştikleri an olarak görebilir.
Yapılan görüşmenin en dikkat çekici noktası Avrupa Birliği’nin (AB) benciliğinin sonunun geldiğine işaret etmesi. 1990’larda, birçok analist Avrupa’nın daha fazla güç dengesine dayanmayan “post modern” bir kıta haline geldiğine inanıyordu. Ulusal egemenlik ile iç ve dış ilişkilerin birbirinden ayrılmasının daha az önemli olduğu varsayımından hareket ediliyordu. AB ve NATO, tüm Avrupa ülkeleri bu sürece katılmak zorunda kalana kadar kademeli olarak genişleyebilirdi. Kısa bir süre öncesine kadar, bu durum gerçekleşmiş gibi görünüyordu. Orta ve Doğu Avrupa dönüştürüldü, Gürcistan ve Ukrayna Batı yanlısı insan gücünün ortaya çıkışına tanık oldu ve Türkiye düzenli bir şekilde AB üyeliğine ilerledi.
Ancak şimdi tek kutuplu Avrupa düzenine yönelik beklentiler azalıyor. Hiçbir zaman NATO veya AB’nin genişlemesi konusunda rahat olmayan Rusya, yeni güvenlik yapısı için açık bir çağrıda bulunacak kadar güçlü. Bazı AB ülkelerinin üyelik müzakerelerine engel çıkarmasından dolayı öfke duyan Türkiye, giderek daha bağımsız bir dış politika peşinde koşuyor ve kendisine daha büyük bir rol arıyor. Buna bir de Afganistan, İran ile Çin’in yükselişiyle mücadele etmekle meşgul ABD’nin, daimi Avrupa gücü olmaktan vazgeçmesini ekleyin. O zaman çok kutuplu Avrupa’nın ortaya çıkışını görebilirsiniz.
BELİREN ÜÇ KUTUP
Sonuç olarak, AB ve NATO çevresinde tek taraflı bir düzen oluşması yerine, Rusya, Türkiye ve ABD’den oluşan üç kutbun ortaya çıktığını görüyoruz. Her biri, kendi nüfuzlarını artıran “komşuluk politikalarıyla”, Balkanlar'da, Doğu Avrupa’da, Kafkaslar'da ve Orta Asya’da nüfuz alanlarını üst üste getiriyor. Büyük güçler arasında savaş düşük bir ihtimal olsa da rekabet artıyor. Ayrıca bugün mevcut olan kurumlar 1998-99’da Kosova’da yaşanan krizlerin önüne geçemedi, Kafkaslar'da yaşanan silah yarışını yavaşlatamadı, 2008’de AB’nin doğalgaz tedarikindeki kesintileri, Rusya-Gürcistan savaşını engelleyemedi veya 2010’da Kırgızistan’da yaşanan düzensizliği durduramadı.
Tüm bunlar bir yana, Avrupa’nın sözde değişmeyen çatışmalarını çözümlemek adına ilerleme kaydedemediler.
En belirgin çelişki, AB’nin geride kalan 10 yılın büyük bir kısmını hükümetlerinin işe yaramadığını anladıkları bir sistemi savunmakla geçirmesi. AB statükoyu savunmak için Moskova’nın güvenlik konusunda görüşme taleplerine direndi. Resmi kurumların rekabet yüzünden çıkmaza girmiş olmasından dolayı, AB, Rusya ve Türkiye bu kurumların etrafındaki çalışmalarını artırdı. Örneğin, bazı AB üyeleri Rusya’nın karşı çıkmasına rağmen Kosova’nın bağımsızlığını tanıdı; Rusya, Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlığını AB’nin karşı çıkmasına karşı tanıdı; Türkiye İran’ın nükleer tehdidine bir çözüm üretmek için NATO’yla görüşmeden Brezilya ile işbirliği yaptı.
Avrupalı liderler, hayali bir düzeni savunarak, düzensizliği gerçeğe dönüştürme riskini alıyor.
AB YAKLAŞIMINI DEĞİŞTİRMELİ
Deauville zirvesi tam da bu noktada önemli bir rol oynuyor. Zirvenin gündemi doğru, sahip ancak katılımcılar yanlış. Yeni bir anlaşma üzerinde müzakere yapmak veya Paris, Berlin ve Moskova’da başka bir görüşme ayarlamak yerine, AB, 21’inci yüzyılda güvenliğini oluşturacak Rusya ve Türkiye ile gayri resmi bir “üçlü güvenlik diyalogu” kurmalı.
Eğer AB böyle bir oturum teklif ederse, 2008 yılında Medvedev’in yeni bir güvenlik anlaşmasına yönelik teklifine verdiği cevaptan uzaklaşmış olur. Türkiye’ye masada AB’ye üyelik müzakereleri paralelinde şeref mevkii sunarak, Türkiye’nin Avrupa kimliğini hayatta tutulabileceği gibi onun bölgedeki gücünden yararlanılabilir.
Eğer görüşmelerde Sarkozy veya Merkel yerine AB Dışişleri Bakanı Catherine Ashton bulunsaydı, AB üyesi ülkeler, kıtanın en büyük güvenlik sağlayıcısının hiçbir güvenlik kurumunda temsil edilmemesinden kaynaklanan anormalliğe de son verebilirdi. AB, Avrupa ülkeleri arasında savaş önleyici değil. Ancak Brüksel kenarda kaldığı ve yıkılan bir komşunun güçlü bir komşuya sahip olmak kadar korkutucu olabileceği bir dünyada, beraber yaşamalarına yardım edecek yeni bir stratejik yaklaşıma ihtiyaç duyuyor.
Amaç, üç kutupludan çok üç taraflı bir Avrupa oluşturmak olmalı. Gayri resmi üçlü diyalog başlatmak eski kurumsal düzen için bir hayat kaynağı olabilir. NATO'nun yapısı AB’nin bir bütün, Rusya’nın imparatorluk sonrası ve Türkiye’nin ise Avrupalı kalması adına yeniden tanımlamalı.
Planet'i Facebook'ta takip etmek için:
Planet'i Twitter'da takip etmek için:
Avrupa Dış İlişkiler Konseyi tarafından yayımlanan “The Spectre of a Multipolar Europe” kitabının yazarları Ivan Krastev ve Mark Leonard’ın, “” başlıklı makalesinden derlenmiştir.