Güncelleme Tarihi:
AYŞE Nar: 21 Nisan 1969’da trene binip Almanya’ya geldim. O zamanlar 24 yaşındaydım. Eşim hastaydı. Eşim ile beş, yedi ve sekiz yaşlarındaki üç çocuğumu Kayseri’de bırakıp geldim. Almanya’ya gelebilmek için harfleri öğrendim ve göz testini kazandım. Seyahat giderlerini karşılayabilmek için uzun saçlarımı kesip sattım.
Aysel Özçoban: Antep’te Kız Lisesi’ne gidiyor ve boş zamanlarımda koyunlarımızı otlatıyordum. Nişanlım işçi olarak Hamburg’a gitmişti. Bir yıl sonra izne geldi. O zaman evlendik. Henüz 20 yaşındayken 1965 yılında eşimle birlikte trene binip Berlin’e geldik. Kısa bir süre sonra kendi başıma alışveriş bile yapmaya başladım. Bu arada bir kız çocuğu dünyaya getirdim.... Toplam 15 yıl çalıştım. Fabrikada çalışırken ağır bir iş kazası geçirdim. Artık eşim ve ben emekliyiz...
Ayla Özgür: Eşim Almanya’da tatile gitmiş ve hayran kalmıştı. Bunun üzerine Almanya’ya göç etmeye karar verdik. 1970 yılında bir kadın işçi kafilesiyle Almanya’ya hareket ettiğimde 24 yaşındaydım. O zaman 5 yaşında olan oğlumu annemin yanında bıraktım. Bir kadınlar yurduna yerleştirildim. İki ay eşimden ayrı yaşadım. Zor bir dönemdi bizim için. Konut ararken hayal kırıklığına uğradım. Almanya gibi bir yerde tuvaleti koridorlarda dairelerin olacağı hiç aklıma gelmezdi.
Ayşe Arslan: Ben 1939 yılında Bolu’da doğdum. Beni büyükannem büyüttü. 15 yaşında evlendim ve 4 çocuk dünyaya getirdim... Almanya’ya çalışmaya gitmek için eşimden izin istedim. 1967 yılında İstanbul’da başvuruda bulundum ve bir yıl bekledim. Çocuklarımı teyzelerinin yanında bırakıp 1968 yılında İstanbul’dan Berlin’deki Tempelhof Havaalanı’na uçtum. Beraberimde aynı köyden bir kız arkadaşım da vardı. Ama hamile olduğu için onu geri gönderdiler.
Fatma Kaya: İlkokulu Sivas’ın bir köyünde bitirdim. Çocukluk aşkımla 14 yaşındayken evlendim. İki kız çocuğu dünyaya getirdim. Köyde hiçbir geleceğimiz yoktu. Almanya’da yaşayan abim benim de gelmek isteyip istemediğimi sordu. Eşimin ailesini ikna etmek zordu. Daha o zamana kadar resmi nikahımız bile yoktu. Çocuklar nüfusa kayıtlı bile değildi.
Sağlık kontrolü için İstanbul’a gittik. Röntgenler çekildi. Dişlerimiz kontrolden geçirildi. Geri dönüp baktığımda, bizlerin o zamanlar köle gibi satılmış olduğunu düşünüyorum. 1969 yılında Tempelhof Havaalanı’na indim. Henüz 19 yaşındaydım. İki kız çocuğumu da kayınvalidemin yanında bırakıp Berlin’e geldim. Bir lastik fabrikasında çalışmaya başladım. 5 ay sonra da eşim geldi...
* * *
İşte 30 Ekim 1961 tarihinde Türkiye ile Almanya arasında imzalanan İşgücü Sözleşmesi yoluyla Almanya’ya gelen birkaç Türk kadının kısa yaşam öyküsü...
Bunları Berlin Türkiye Kadınlar Birliği’nin (btkb) Türkiye’den göçün 50’nci yılı vesilesiyle hazırladığı broşürden aldım.
btkb 8 Mart 1975 tarihinde 55 Türk kadının bir araya gelmesiyle kurulmuş.
Berlin’de bağımsız ilk göçmen derneği...
Amaçları ta o zaman şöyle sıralanmış:
Göçmen kadınların eşit haklara sahip olmaları, toplumda aktif olarak yer almaları ve hoşgörülü birlikte yaşam için çaba göstermek...
Kadınlara ve çocuklara şiddete karşı mücadele etmek...
Her türlü dışlama ve baskıya karşı çıkmak...
Kadınların kendi yaşam planlarını desteklemek ve onların mesleki hayata atılmalarına katkıda bulunmak...
Evet, o gün olduğu gibi bugün de btkb yoğun ve kararlı bir biçimde faaliyetlerini bu yönde sürdürmekte.
* * *
İşte Federal Meclis’in geçen haftaki oturumunda çifte vatandaşlık tartışmalarını dinlerken, bu broşürdeki Türk kökenli kadınların yaşam öyküleri aklıma geldi.
Çocuklarını Türkiye’de bırakıp gelen o kadınları düşündüm... Onların çektikleri ısdırapları, acıları düşündüm.
Gece gündüz demeden çalışıp, bu ülkenin kalkınmasına, gelişmesine ve toplumun şu andaki refah düzeyine ulaşmasına katkılarını düşündüm.
Çoğu emekli olan o kadınlar ile daha sonradan yanlarına aldıkları birinci ve ikinci nesil olarak nitelenen ve o dönemde kendilerine misafir işçi denilen bu insanların çifte vatandaşlığı çoktan hak ettiklerini düşündüm.
Ve kendi kendime “Politika da politikacılar da bu kadar acımasız olmamalı” dedim...