Oluşturulma Tarihi: Mart 08, 2015 00:00
Almanya’da açık ırkçılık yapanlar vardır.Bu yeni bir şey değildir.Yıllardır bilinmektedir.Kimdir bunlar?
Bunlar, Almanya Milliyetçi Demokrat Parti (NPD) yandaşlarıdır.
Bunlar, REP kısa adıyla tanınan Cumhuriyetçiler (Republikaner) yandaşlarıdır.
Bunlar, Pro Deutschland (Almanya İçin) yandaşlarıdır.
Bunlar, neonazilerdir, dazlaklardır.
Ama Almanya’da gizli ırkçılık da vardır.
İşte asıl tehlikeli olanı da budur.
Nitekim 8’i Türk, biri Yunanlı ve biri de Alman kadın polis olmak üzere suçsuz günahsız 10 kişiyi katleden NSU (Nasyonal Sosyalist Yeraltı) örgütü teröristlerinin işledikleri cinayetlerin aydınlatılması için oluşturulan NSU Cinayetlerini Araştırma Komisyonu, Almanya’da kurumsal ırkçılık yaşandığına bile dikkati çekmiştir.
Bazı söylemlere bakıldığına kafalarda gizli ırkçılık yaşandığı apaçık ortaya çıkmaktadır.
Örneğin, Berlin’in eski Maliye Senatörü ve Alman Merkez Bankası eski Yönetim Kurulu Üyesi Thilo Sarrazin’in söylemlerine.
* * *
Sarrazin, Lettre International (Uluslararası Mektup) isimli dergiye 2009 yılında verdiği bir demecinde tam bir entelektüel gizli ırkçılık sergilemiştir.
Sarrazin, “Kosovalılar Kosova’yı nasıl yüksek doğum oranlarıyla fethetmişlerse, Türkler de Almanya’yı öyle fethedecekler” demiştir.
Sarrazin, “Bu kentteki (Berlin) Arapların ve Türklerin çoğunun meyve-sebze satıcılığının ve başörtülü kız çocukları üretmenin dışında üretime hiçbir katkısı yoktur ve büyük bir olasılıkla gelişme perspektifi de yoktur” demiştir.
Sarrazin, 2010 yılında yazdığı Almanya Kendi Kendini Yokediyor isimli kitabında, torunlarının kendilerini yabancı hissetmeyeceği bir ülkede, bir kentte yaşamalarını istediğine yer veriyor. Yani Türklerin, Arapların, daha doğrusu Müslümanların Almanya’yı yabancılaştıracağı yalanına yer veriyor.
Aynı kitapta, eğitim ve zeka seviyesi düşük Türkler, Araplar, Afrikalılar ve Yakın Doğulular yüzünden Almanya’nın aptallaşacağından söz etmektedir.
Kitabı henüz piyasaya çıkmadan birkaç gün önce Sarrazin’in Berlin’in Küçük İstanbul olarak bilinen Kreuzberg kesiminde bir Türk kahvehanesinde birkaç Alman gazeteciyle biraraya geldiği haberini aldım bir Türk işverenden.
Muhabirlerden Ali Varlı’yla otomobile atlayıp Kreuzberg’in yolunu tuttuk.
Sarrazin, Alman meslektaşlarla söyleşi yapıyordu.
Biz de yakın bir masaya oturup söyleşinin bitmesini bekledik.
Söyleşi bittikten sonra Sarrazin’e Hürriyet için kendisiyle bizim de bir söyleşi yapmak istediğimizi söyledim.
Dışarı çıktık.
Tam Türkçe olarak Kreuzberg Merkezi yazılı Kottbusser Tor’daki köprü binanın göründüğü yerde Sarrazin’e, “Kendinizi burada yabancı hissediyor musunuz?” diye sordum.
Ali Varlı deklanşöre basarken Sarrazin, “Hayır, kendimi Kreuzbreg’de yabancı hissetmiyorum. Kreuzberg Brelin’in bir semti. Kendimi burada niye yabancı hissedeyim ki?” yanıtını verdi.
Torunlarının kendilerini yabancı hissetmeyeceği bir Almanya’da yaşamalarını istediğini yazdığını, ileriye dönük olarak böyle bir korkusu mu olduğunu da sordum.
“Ben sadece kültürel bir soruna dikkat çektim ve bunun üzerine bir kitap yazdım. Göçmenler bu ülkeye hoş gelmişlerdir. Ama bu insanların da, belirli bir zaman dilimi içinde buraya uyum sağlamaları gerekir” gibi yuvarlak bir yanıt verdi.
Kendisine Türklerle ilişkisi olup olmadığını da sordum.
“Dolaylı olarak Türklerin eğitimiyle ilişkim oldu. Eşim Köln’de öğretmendi ve öğrencilerinin çok büyük bir bölümü Türk kökenliydi.... Benim atalarım birkaç yüzyıl önce Güney Fransa’dan gelmişler. Benim soyadım da oradan gelmekte. Benim büyükannem İngilizdi. Onun annesi de İtalyan. Yani ben de ‘saf kan Alman’ değilim” yanıtını verdi Sarrazin.
* * *
Sonradan çok tartışılan ve çeşitli kesimler tarafından eleştirilen kitabının tanıtımı Berlin’deki Alman Basın Merkezi’nde yapıldı.
Salon tıklım tıklım doluydu.
Gazetecilerin çoğu dışarda kaldı.
Kitap tanıtımı bittikten sonra soru yanıt bölümüne geçildi.
Sarrazin’le yaptığımız söyleşide, bana kendisinin de saf kan Alman olmadığını söylediğini hatırlattım ve “Acaba siz şahsen Almanya’nın aptallaştırılmasına ne kadar katkıda bulundunuz?” diye sordum.
Tabii bu muzipçe bir soruydu.
Alman ve yabancı medya mensuplarının gülümsediklerini gördüm.
Hatta bazılarının “Çok iyi bir soru” dediklerini de duydum.
Sarrazin bu soruyu yanıtsız bıraktı.
Ne diyebilirdi ki...