Ahmet KÜLAHÇI / Fotoğraf: DPA
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 28, 2021 10:05
Almanya’da Başbakanlık Dairesi Başkanı Helge Braun’un Kovid-19 aşısı yaptırmak istemeyenlere bazı kısıtlamalar uygulanabileceğini gündeme getirmesi üzerine ülkede ‘özgürlük tartışmaları’ başladı.
Helge Braun, somut kısıtlamalardan bahsetmeden, aşı karşıtlarının lokantalara, kafelere alınmaması, test yaptırsalar bile statlarda maç, açık havada bile olsa konserleri izlemelerine izin verilmemesi gibi bazı ‘yaptırımların’ hayata geçirilmesinin düşünülebileceğini söyledi.
Tabii her zaman olduğu gibi
Almanya’da bazı çevrelerden hemen tepkiler yağdı.
Bazı özgürlük sevdalıları (!) da Hıristiyan Demokrat Birlik Partili (CDU) Helge Braun’a ateş püskürdü.
*
Liberal Hür Demokrat Parti’nin (FDP) Genel Başkan Yardımcısı olan Federal Meclis Başkan Yardımcısı Wolfgang Kubicki, Braun’un bu yöndeki açıklamasını, “Arka kapıdan aşı mecburiyeti uygulamak” olarak niteledi.
Tabii, “Böyle bir uygulama çok açık bir biçimde anayasaya aykırı” dedi.
Bunun “Anayasal hak gasbı” olacağını söyledi.
Sol Parti’den de tepkiler geldi.
Hükümet ortağı Sosyal Demokrat Partili (SPD) Federal Adalet Bakanı Christine Lambrecht, bırakın aşı karşıtlarını, bazı meslek gruplarının bile aşı yaptırmaya zorlanmayacağı görüşünü savundu.
Lambrecht, “Eğer gerçekten aşı olmak istemeyenler varsa, onlar düzenli olarak test yaptırmalı. Çözüm yolu budur” diyerek olası yaptırımlara karşı olduğunu gizlemedi.
‘Kardeş parti’ HIristiyan Sosyal Birlik Partili (CSU) Federal İçişleri, İmar ve Yurt Bakanı Horst Seehofer ise Helge Braun’a tam destek verdi.
Seehofer, “Bu aşı olmayanlara dönük bir ayrımcılık değildir. Aşı olmayanlar, bizim görevimizin tüm halkı korumak olduğunu ve çok katılımlı etkinliklere yalnız aşı yaptıranların girmelerine izin verildiğini bilmelidirler” dedi.
*
İlk bakışta, her ne kadar henüz uygulamaya konulmuş olmasa da, aşı olanlara ‘imtiyaz’ tanınması, aşı olmayanlara ‘üvey evlat muamelesi’ gibi algılanabilir.
Tabii “Anayasal hak gasbı” olarak da.
‘Yaşam hakkı, kişiliğin korunması, kişi özgürlüğü’ başlıklı Alman Anayasası’nın 2’nci maddesi aynen şöyledir:
“Herkes başkalarının haklarını ihlal etmemek, anayasal düzene veya ahlak kurallarına aykırı düşmemek koşuluyla kişiliğini serbestçe geliştirme hakkına sahiptir. Herkes yaşam ve beden bütünlüğünün korunma hakkına sahiptir. Kişi özgürlüğüne dokunulamaz. Bu haklar, ancak bir yasaya dayanarak sınırlandırılabilir.”
*
Evet...
‘Yaşam hakkı’ ve ‘kişi özgürlüğü’ anayasal bir haktır.
Ama bu herkes için geçerli olmalıdır.
Üniversite döneminden beri tanıdığım bir arkadaş kısa bir süre önce telefon etti.
Aynı yurtta yıllarca birlikte yaşadığımız bir arkadaşımızın kalp krizi geçirdiğini ve kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdiğini söyledi.
Başsağlığı dilemek için Alman asıllı eşini aradım.
Eşini kalp krizinden değil, hastanede bulaşan Kovid-19’dan kaybettiğini söyledi.
Hastaneye ziyaretçi olarak kendisinin bile alınmadığını özellikle vurgularken, “Çalışan hemşirelerin birinden bulaşmış” dedi.
Evet...
Bizim üniversiteden arkadaşımız aşı karşıtı bir hemşirenin kurbanı olmuştu.
Arkadaşımızın anayasal yaşam hakkı da yaşam özgürlüğü de kişi özgürlüğü de yok olup gitmişti.
Aşı olmak istemeyenler yüzünden daha başka birçok insan da.
*
İşte Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, insanların ‘anayasal yaşam haklarının korunması’ için ülkesinde tüm doktor, hemşire, sağlık sektörü personeline eylül ayı ortasına kadar
Kovid-19 aşısı yaptırma zorunluluğu getirdi.
Ulusal Meclis bunu iki gün iki gece tartışarak ilk oturumda kabul etti.
Ancak Fransa’daki özgürlük sevdalıları (!) yine sokaklara döküldü.
“Kahrolsun diktatörlük”, “Macron istifa” sloganları atarak aşı mecburiyetine karşı çıktılar.
“Özgürlüğümüzün kısıtlanmasına izin vermeyiz, vermeyeceğiz de” dediler.
Ama başkalarının anayasal yaşam haklarını, kişi özgürlüklerini ayaklar altına aldıklarını akıllarının ucundan bile geçirmediler.